""Çünkü sevdim çünkü bu yüzden güçlü bileklerim kanadı"
Gece gece neden okudum şimdi bunu, neden aklıma düşürdüm kanayan bir çift bileği. Jiletle değil de, yaşananlarla yarıda kesilen hayatı. Kaan İnce'mi sonra, onlarca müntehiri... İntihar kavramı üzerine derinlemesine düşünmeyeli uzun zaman oldu. Saçma sapan konulara yönelmek zorundaydım. "
Diye bir taslağım varmış yahu, iyi giriş olmuş ancak devamı gelmemiş. :) Neden, çünkü tatildeydim, yani iyi hissettiğim günlerde. Neden, çünkü aşırı derecede sıkıldığım liseden kurtulup yepyeni bir ortama, hem de yıllardır anlatıldığı üzere çok daha rahat bir kurumda bulunacaktım ki o özgür kurumun adı üniversiteydi. Ancak şimdi deli gibi liseyi özlüyorum. Birlikte gülüp eğlendiğim arkadaşlarımı, çevremde tanıdık yüzler görmeyi... Sınıfta tanıdık sima yok bildiğin ya bu ne berbat bir olay böyle. Alışabilecek miyim ben buraya ?
9 Ekim 2013 Çarşamba
Yalınım
Bunu kabullendim. İki grup var. Bu dünyada "mutlu olacak olanlar" ve "öylesine var olup gidecek olanlar".
Öylesine var olmaktan sıkıldım, ne zaman gideceğim ?
Daha ne kadar bunu sorgulayacağım ya da hep böyle mi olacak. Öyle olduğu için mi gittiler ? Ne büyük belirsizlikler. Cemal Süreya'mın Günler kitabını okuyorum, harikulade. Ama aynı zamanda başka kitaplar da okumak istiyorum. Başlanmamış -içinden birçok şiiri okumuşumdur ancak sırayla yeniden okumak hoş oluyor- bir Büyük Saat oradan bana göz kırpıyor vs. vs. An için beni iyi hissettirebilecek tek şey sabah erken uyanma sorununun olmaması sanıyorum. Gerçi yine okula gidecek olmak bu sevinci nötr ediyor ama neyse.
Kitapta Cemal Süreya'mın alıntı yaptığı bir dizeyle bitireyim bu sıkıcı yazıyı. Özdemir Asaf'ı pek sevmem aslında ama Cemal Süreya'mın bana sevdiremeyeceği çok nadir şeyler olabilir sanıyorum.
"Bağırdım kan gibi aktı sesim"
Özdemir Asaf
Öylesine var olmaktan sıkıldım, ne zaman gideceğim ?
Daha ne kadar bunu sorgulayacağım ya da hep böyle mi olacak. Öyle olduğu için mi gittiler ? Ne büyük belirsizlikler. Cemal Süreya'mın Günler kitabını okuyorum, harikulade. Ama aynı zamanda başka kitaplar da okumak istiyorum. Başlanmamış -içinden birçok şiiri okumuşumdur ancak sırayla yeniden okumak hoş oluyor- bir Büyük Saat oradan bana göz kırpıyor vs. vs. An için beni iyi hissettirebilecek tek şey sabah erken uyanma sorununun olmaması sanıyorum. Gerçi yine okula gidecek olmak bu sevinci nötr ediyor ama neyse.
Kitapta Cemal Süreya'mın alıntı yaptığı bir dizeyle bitireyim bu sıkıcı yazıyı. Özdemir Asaf'ı pek sevmem aslında ama Cemal Süreya'mın bana sevdiremeyeceği çok nadir şeyler olabilir sanıyorum.
"Bağırdım kan gibi aktı sesim"
Özdemir Asaf
5 Ekim 2013 Cumartesi
"Öyle, kendime yorgun hazırlamışlar beni."
Onca karmaşanın arasında, belki üzerimde bıraktığı etki anlamsız ama, bir dize gülümsetiyor beni. Sanki beni ifade etmiş Edip Cansever... :)
30 Eylül 2013 Pazartesi
Üniversite de üniversiteymiş ha !
Berbat geçen bir yılın ardından hayat normale dönecek derken her şey daha kötü bir hal almaya başladı. Üniversite denen ortam gerçekten çok kötüymüş. Yani bence öyle, şimdilik öyle, öyle olmayacak ilerde değil mi, evet evet olmaz (akademisyen olma hayalim dayan !). Üniversitenin ilk günü ciddi anlamda iğrençti. Yalnızlık hissini hiç bu kadar fazla hissetmemiştim. Anladım ki lisede etrafımdaki onca arkadaşımı umursamaksızın "çok yalnızım" deyip gezinmek saçmalıkmış. Tamam onlara da bunun içsel bir şey olduğunu, somut kişi ve kavramlarla ilgisiz bir yalnızlık hissi olduğunu açıklıyordum ama somut anlamda yalnızlığı hiç bu kadar duymamıştım. Sonrasında bir hafta boyunca gitmedim. Bugünse tümüyle derslerin de başlaması üzerine ben de okula başladım. Kütüphanemizi çok çok çok sevdim. Harika bir yer ! Aslında yalnızca orası için dahi katlanılabilir bu berbat ortama. Tabii bir de ilk dersinden hayranı olduğum hoca için. İnanılmaz bir adam ! Araştırdığımda şiir kitabı olduğunu da öğrendim. Yani şu anki modum resmen hayranı olduğum bir şairin dersini dinlemek oluyor. Aynı hayranlıkla, acaba şimdi ne anlatacak merakıyla. Bunun dışında not tutma olayı gerçekten çok sıkıcı. Bol bol not peşinde koşacağım herhalde. Bir de arkadaş bulabildim nihayetinde. İlk kez ben yaklaştım hem de, artık nasıl kötü hissettiysem. :D Trajikomik durumlar, ağlanacak hale gülmeler falan. Ahh bir de nasıl unuturum, yeniden erken uyanma işkencesi... En sevdiğim nokta da bu oldu zaten, özlemiştim mor göz altlarımı. :) Ama her şeye rağmen yeniden sosyal hayata döndüğüm için mutluyum. Ev belli bir süre sonra çekilmez bir yer oluyor.
Şimdilik izlenimlerim bunlar, üniversitede ikinci haftanın ilk günü de bitti. Üniversite hayatı çabucak geçip bitsin istemiyorum, yalnızca ortama alışıp kendimi geliştirebilmek adına adımlar atmak istiyorum.
Evet bu olmalı !
Şimdilik izlenimlerim bunlar, üniversitede ikinci haftanın ilk günü de bitti. Üniversite hayatı çabucak geçip bitsin istemiyorum, yalnızca ortama alışıp kendimi geliştirebilmek adına adımlar atmak istiyorum.
Evet bu olmalı !
28 Temmuz 2013 Pazar
Tatilde sıkılmak bile güzel... :)
Zaman zaman katlanamadığımı söylesem de tatilde her şey daha bir katlanılabilir oluyor aslında. Okul döneminde olan onca yakınmam, dinlediğim şarkılar vs. düşündüm de cidden berbattılar. Doom metal falan dinlemeye başlamıştım ya, böyle biraz sadist biraz mazoşist tavırlar, devamlı intihar düşüncesi, -şu an özlediğim- arkadaşlara dahi uzak davranmak. Saçma sapan onca şey vardı yani. Devamlı olarak sahip olduğum karamsar ruh halim değişmedi ancak bazı huzursuzluklar dışında gerçekten iyi hissediyor olabilirim. :) Uyuyorum ya daha ne olsun ! İstediğim saatte uyuyup uyanabiliyorum, bundan daha güzel ne olabilir. Tatilden aşırı derecede sıkıldığım için bitsin diyordum ama yavaş yavaş bu hale alıştım. Filmler, kitaplar güzel. Bir de yazı yazabilsem, o zaman çok daha güzel olacak her şey. :)
24 Temmuz 2013 Çarşamba
"Ve sana şarkılar söylüyorum kalbimle"
"Elimi ne kadar sıktığımın farkına ancak avucumdan damlayan birkaç damla kanın ardından varabildim. Günlerce melankolinin jilet olup gezinemediği bileklerimin biraz aşağısından akan minimal nehirlere dalıp gittim Virginia Woolf'ça. Üstelik geride bıraktığım "En sevdiğim" diye başlayan notumu okuyabilecek biri yoktu. Yaşamak neydi ? Bu noktadan sonra ne işe yarardı, ne işe yarayacaktım. İnsanları izledim. Her birinin bir amacı vardı, ulaşmak istediği hedefleri, gerçekleştirmek istediği hayalleri. Bense hayal gücü denen varlığın bulunmamasını hayal ediyordum kendimde, kendimle çelişikçe. Uyumak istemiyordum, uyku ilaçlarının halüsinasyonik anlamda bana el salladığını görene kadar da onları içmiyordum. Sonra gülümseyen "belki uyanmam" düşüncesiyle uykuya sarılıyordum. Sonrasından emin olamadığım için istediğim tam olarak ölüm de değildi. Yalnızca bu hayattan kaçıp gitmek. Katlanılabilir kıldığın bu hayattan, yokluğunun dayanılmaz etkisiyle kaçıp gitmek."
22 Temmuz 2013 Pazartesi
Çok güzeldir Romeo ve Juliet !
“Romeo:
Yarayla alay eder yaralanmamış olan.
(Juliet yukarıda pencerede görünür)
Dur,şu penceren süzülen ışık da ne ?
Evet orası doğu, Juliet de güneşi!
Yüksel ey güneş, öldür şu kışkanç ayı,
Bak nasılda sararıp soluvermiş Tanrıça kederden
Sen ondan çok daha güzelsin diye
Kıskandığı için vazgeç ona bağlılıktan
Sayrılı ve toydur bakirelik giyisisi.
Soytarılar giyer bunları ancak
Sen çıkar bu giyisileri, at üzerinden
Kadınım benim ah benim sevgilim bu !
Ne olur ah bilseydin sevgilim olduğunu!
Konuşuyor, ama bir şey de demiyor;
Ne çıkar, anlatıyor ya gözleriyle
Karşılık vereceğim ben de!
Amma da yüzsüzüm, konuştuğu ben değilim ki.
Tüm göklerin en güzel yıldızlarından ikisi,
Yalvarıyorlar onun gözlerine işleri olduğundan:
Biz dönünceye dek siz parıldayın diye.
Gözleri gökte olsaydı, yıldızlar da onun yüzünde
Utandırırdı yıldızları yanaklarının parlaklığı
Gün ışığının kandili utandırdığı gibi tıpkı.
Öyle parlak bir ışık çağlayanı olurdu ki gözleri gökte
Gece bitti sanarak kuşlar cıvıldaşırdı.
Bak nasıl da dayamış yanağını eline!
Ah eline giydiği eldiven olaydım da
Dokunaydım yanağına.
Juliet:
Aaah!
Romeo:
Konuşuyor. Ey parlak melek konuş yine!
Sen göz kamaştıran bir parlaklık veriyorsun geceye;
Cennetin kanatlı ulağısın başımın üstünde,
Tıpkı ölümlülerin hayretle açılan gözlerine göründüğün gibi.
Tembel bulutlara binip uçarken o havanın kucağında,
Onu seyreden insanlar gibi hayranlıkla,
Öylece bakıyorum ben sana.
Juliet:
Ah,Romeo! Neden Romeo'sun sen ?
İnkar et babanı, adını yadsı!
Yapamazsan, yemin et sevdiğine
Vazgeçeyim Capulet olmaktan ben.
Romeo:
(kendi kendine) Daha dinleyeyim mi, yoksa açılayım mı ona?
Juliet:
Benim düşmanım olan adındır yalnızca
Sen sensin, Montegue olmasan da.
Hem Montegue nedir ki? Ne eli bir erkeğin,
Ne ayağı,ne kolu ne yüzü ne de başka bir parçası.
N'olur başka bir ad bul kendine.
Adın ne değeri var? Şu gülün adı değişse bile,
Kokmaz mı aynı güzellikte ?
Romeo'nun da adı Romeo olmasaydı
Kusursuzluğundan hiçbir şey kaybolmazdı.
Romeo, bırak, at bu adı! Senin parçan olmayan
Bu ada karşılık al bütün varlığımı.
Romeo:
Alıyorum öyleyse sözünü dinleyerek.
''Sevgilim'' de ki, vaftiz olayım yeniden,
Romeo değilim bundan böyle ben.
Yarayla alay eder yaralanmamış olan.
(Juliet yukarıda pencerede görünür)
Dur,şu penceren süzülen ışık da ne ?
Evet orası doğu, Juliet de güneşi!
Yüksel ey güneş, öldür şu kışkanç ayı,
Bak nasılda sararıp soluvermiş Tanrıça kederden
Sen ondan çok daha güzelsin diye
Kıskandığı için vazgeç ona bağlılıktan
Sayrılı ve toydur bakirelik giyisisi.
Soytarılar giyer bunları ancak
Sen çıkar bu giyisileri, at üzerinden
Kadınım benim ah benim sevgilim bu !
Ne olur ah bilseydin sevgilim olduğunu!
Konuşuyor, ama bir şey de demiyor;
Ne çıkar, anlatıyor ya gözleriyle
Karşılık vereceğim ben de!
Amma da yüzsüzüm, konuştuğu ben değilim ki.
Tüm göklerin en güzel yıldızlarından ikisi,
Yalvarıyorlar onun gözlerine işleri olduğundan:
Biz dönünceye dek siz parıldayın diye.
Gözleri gökte olsaydı, yıldızlar da onun yüzünde
Utandırırdı yıldızları yanaklarının parlaklığı
Gün ışığının kandili utandırdığı gibi tıpkı.
Öyle parlak bir ışık çağlayanı olurdu ki gözleri gökte
Gece bitti sanarak kuşlar cıvıldaşırdı.
Bak nasıl da dayamış yanağını eline!
Ah eline giydiği eldiven olaydım da
Dokunaydım yanağına.
Juliet:
Aaah!
Romeo:
Konuşuyor. Ey parlak melek konuş yine!
Sen göz kamaştıran bir parlaklık veriyorsun geceye;
Cennetin kanatlı ulağısın başımın üstünde,
Tıpkı ölümlülerin hayretle açılan gözlerine göründüğün gibi.
Tembel bulutlara binip uçarken o havanın kucağında,
Onu seyreden insanlar gibi hayranlıkla,
Öylece bakıyorum ben sana.
Juliet:
Ah,Romeo! Neden Romeo'sun sen ?
İnkar et babanı, adını yadsı!
Yapamazsan, yemin et sevdiğine
Vazgeçeyim Capulet olmaktan ben.
Romeo:
(kendi kendine) Daha dinleyeyim mi, yoksa açılayım mı ona?
Juliet:
Benim düşmanım olan adındır yalnızca
Sen sensin, Montegue olmasan da.
Hem Montegue nedir ki? Ne eli bir erkeğin,
Ne ayağı,ne kolu ne yüzü ne de başka bir parçası.
N'olur başka bir ad bul kendine.
Adın ne değeri var? Şu gülün adı değişse bile,
Kokmaz mı aynı güzellikte ?
Romeo'nun da adı Romeo olmasaydı
Kusursuzluğundan hiçbir şey kaybolmazdı.
Romeo, bırak, at bu adı! Senin parçan olmayan
Bu ada karşılık al bütün varlığımı.
Romeo:
Alıyorum öyleyse sözünü dinleyerek.
''Sevgilim'' de ki, vaftiz olayım yeniden,
Romeo değilim bundan böyle ben.
Juliet:
Kimsin sen? Böyle geceye gizlenerek
Sırrımı öğrenmeye gelen kim ?
Romeo:
Bilmem nasıl söylemeli kim olduğumu
Bir ad kullanarak! Ey güzel ermiş,
Nefret ediyorum adımdan ben de
Sana düşmandır diye.
Ben yazmış olsaydım, şimdi yırtar atardım onu.
Juliet:
Daha yüz söz bile içmedi ağzından kulaklarım,
Ama bu sesi tanıyorum:
Sen Romeo değil misin? Montegue'lerden hem de
Romeo:
Ne oyum ne öbürü güzel ermiş,
Hoşlanmıyorsan eğer.
Juliet:
Nasıl geldin buraya söyle, hem niye ?
Bahçenin duvarları yüksek zor aşılması,
Kim olduğunu düşün bir de,
Mezar olur sana bu yer, bizden görürlerse.
Romeo:
Aşkın hafif kanatlarıyla aştım bu duvarları,
Durduramaz çünkü sevgiyi taştan sınırlar;
Hem aşkın isteyip de başaramadığı ne var!
Engel olamaz bana bu yüzden akrabalar.
Juliet:
Bir görürlerse, sana kıyarlar
Romeo:
Hayır, daha çok tehlike saklıdır senin gözlerinde
Onların yirmi kılıcından! Tatlı bak yeter;
Korur beni onların düşmanlığına karşı
Juliet:
Dünyada istemem burada görünmeni
Romeo:
Saklar beni onlardan gecenin pelerini;
Kimileri hayatıma son versin ne çıkar, yeter ki sen sev beni;
Geç ölmektense senin sevginden yoksun
Yaşamıma son versin kinleri daha iyi
Juliet:
Kim yardım etti sana burayı bulman için?
Romeo:
Aşk yardım etti, aramamı fısıldayarak;
O bana akıl verdi, ona göz oldum ben de.
Denizci değilim ama uzak denizlerde yıkanan
Uçsuz bucaksız kıyılar kadar uzak olsan da sen
Sana ulaşmak için açılırım denizlere.
Juliet:
Biliyorum gecenin maskesi var yüzümde,
Olmasaydı eğer ,duyduğun için demin söylediklerimi
Nasıl kızardığını görürdün yanaklarımın.
Çok isterdim ah bir güzel uyup göreneklere
Demin söylediklerimin tümünü inkar etmeyi!
Ama uğurlar olsun görgü kurallarına.
Seviyor musun beni? ''Evet'' diyeceksin, biliyorum
Sözüne güveneceğim ben de; ama yemin edeyim deme,
Belki de tutamazsın; Zeus alay edermiş, derler
Sözünü tutamayan aşıklarla.
Romeo beni seviyorsan söyle bana açıkça
Kolayca elde edilmiş sanıyorsan beni eğer,
Çatayım kaşlarımı, naz yapıp ''Hayır'' diyeyim sana,
Yoksa dünyada yapmam öyle bir şey.
Doğrusunu istersen güzel Montegue,
Çılgınca seviyorum seni; belkide bu yüzden
Hoppaca buluyorsundur benim hareketlerimi;
Ama inan sevgilim daha bağlı olacağım sana
Daha kurnaz olup da çekingen olanlardan.
İtiraf edeyim ki daha çekingen davranmalıydım,
Ama farkına varmadan ben seni sevdiğimi
Ağzımdan işitmişsin. N'olur bağışla beni,
Hafifliğe yorma sakın
Karanlık gecenin açığa vurduğu çaresizliğimi.
Romeo:
Sevgilim şu meyve ağaçlarının tepelerini gümüşleyen
Kutsal ayın üzerine yemin ederim ki...
Juliet:
Hayır! Yemin etme karasız ay üzerine sakın;
Yörüngesinde her gece yön değiştiren ay gibi,
Değişken olur sonra senin de aşkın
Romeo:
Ne üstüne yemin edeyim?
Juliet:
Hiç yemin etme; ama ille de edeceksen,
O tanrı bilip tapındığım
Sevimli varlığın üstüne et yeminini
Ben sana inanırım
Romeo:
Eğer yüreğimdeki sevgi...
Juliet:
Dur yemin etme
Senin varlığın bana sevinç veriyorsa da
Sevinç duyamıyorum bu geceki anlaşmadan;
Pek acele birden oldu düşünüp taşınmadan ;
Daha çaktı diyemeden çakıpta kaybolan
Yıldırıma benziyor.Tatlım iyi geceler!
Bu sevgi tomurcuğu öbür görüşmemizde,
Yazın olgunlaştıran soluğuyla dönüşebilir güzel bir çiçeğe
İyi geceler! İyi geceler! Yüreğimde ki dinginlik ve huzur
Dolsun senin gönlüne de!
Romeo:
Ah sana doyamadan mı bırakacaksın beni böyle?
Juliet:
Daha nasıl bir doyum bekliyorsun ki bu gece ?
Romeo:
Aşkının katkısız yeminini benimkine karşılık.
Juliet:
Onu sana verdim bile, sen daha istemeden,
Olsa da keşke bir kez daha versem.
Romeo:
Geri mi alacaksın yine? Peki, neden sevgilim ?
Juliet:
İçtenlikle geri vermek için sana.
Elimde olan bir şeyi istiyorum hem,
Cömertliğim uçsuz bucaksız denizler gibi,
Denizler gibi derin sana olan sevgim
Sana ne kadar verirsem o kadar çoğalıyor bende kalan,
Sonsuz çünkü ikiside
Kimsin sen? Böyle geceye gizlenerek
Sırrımı öğrenmeye gelen kim ?
Romeo:
Bilmem nasıl söylemeli kim olduğumu
Bir ad kullanarak! Ey güzel ermiş,
Nefret ediyorum adımdan ben de
Sana düşmandır diye.
Ben yazmış olsaydım, şimdi yırtar atardım onu.
Juliet:
Daha yüz söz bile içmedi ağzından kulaklarım,
Ama bu sesi tanıyorum:
Sen Romeo değil misin? Montegue'lerden hem de
Romeo:
Ne oyum ne öbürü güzel ermiş,
Hoşlanmıyorsan eğer.
Juliet:
Nasıl geldin buraya söyle, hem niye ?
Bahçenin duvarları yüksek zor aşılması,
Kim olduğunu düşün bir de,
Mezar olur sana bu yer, bizden görürlerse.
Romeo:
Aşkın hafif kanatlarıyla aştım bu duvarları,
Durduramaz çünkü sevgiyi taştan sınırlar;
Hem aşkın isteyip de başaramadığı ne var!
Engel olamaz bana bu yüzden akrabalar.
Juliet:
Bir görürlerse, sana kıyarlar
Romeo:
Hayır, daha çok tehlike saklıdır senin gözlerinde
Onların yirmi kılıcından! Tatlı bak yeter;
Korur beni onların düşmanlığına karşı
Juliet:
Dünyada istemem burada görünmeni
Romeo:
Saklar beni onlardan gecenin pelerini;
Kimileri hayatıma son versin ne çıkar, yeter ki sen sev beni;
Geç ölmektense senin sevginden yoksun
Yaşamıma son versin kinleri daha iyi
Juliet:
Kim yardım etti sana burayı bulman için?
Romeo:
Aşk yardım etti, aramamı fısıldayarak;
O bana akıl verdi, ona göz oldum ben de.
Denizci değilim ama uzak denizlerde yıkanan
Uçsuz bucaksız kıyılar kadar uzak olsan da sen
Sana ulaşmak için açılırım denizlere.
Juliet:
Biliyorum gecenin maskesi var yüzümde,
Olmasaydı eğer ,duyduğun için demin söylediklerimi
Nasıl kızardığını görürdün yanaklarımın.
Çok isterdim ah bir güzel uyup göreneklere
Demin söylediklerimin tümünü inkar etmeyi!
Ama uğurlar olsun görgü kurallarına.
Seviyor musun beni? ''Evet'' diyeceksin, biliyorum
Sözüne güveneceğim ben de; ama yemin edeyim deme,
Belki de tutamazsın; Zeus alay edermiş, derler
Sözünü tutamayan aşıklarla.
Romeo beni seviyorsan söyle bana açıkça
Kolayca elde edilmiş sanıyorsan beni eğer,
Çatayım kaşlarımı, naz yapıp ''Hayır'' diyeyim sana,
Yoksa dünyada yapmam öyle bir şey.
Doğrusunu istersen güzel Montegue,
Çılgınca seviyorum seni; belkide bu yüzden
Hoppaca buluyorsundur benim hareketlerimi;
Ama inan sevgilim daha bağlı olacağım sana
Daha kurnaz olup da çekingen olanlardan.
İtiraf edeyim ki daha çekingen davranmalıydım,
Ama farkına varmadan ben seni sevdiğimi
Ağzımdan işitmişsin. N'olur bağışla beni,
Hafifliğe yorma sakın
Karanlık gecenin açığa vurduğu çaresizliğimi.
Romeo:
Sevgilim şu meyve ağaçlarının tepelerini gümüşleyen
Kutsal ayın üzerine yemin ederim ki...
Juliet:
Hayır! Yemin etme karasız ay üzerine sakın;
Yörüngesinde her gece yön değiştiren ay gibi,
Değişken olur sonra senin de aşkın
Romeo:
Ne üstüne yemin edeyim?
Juliet:
Hiç yemin etme; ama ille de edeceksen,
O tanrı bilip tapındığım
Sevimli varlığın üstüne et yeminini
Ben sana inanırım
Romeo:
Eğer yüreğimdeki sevgi...
Juliet:
Dur yemin etme
Senin varlığın bana sevinç veriyorsa da
Sevinç duyamıyorum bu geceki anlaşmadan;
Pek acele birden oldu düşünüp taşınmadan ;
Daha çaktı diyemeden çakıpta kaybolan
Yıldırıma benziyor.Tatlım iyi geceler!
Bu sevgi tomurcuğu öbür görüşmemizde,
Yazın olgunlaştıran soluğuyla dönüşebilir güzel bir çiçeğe
İyi geceler! İyi geceler! Yüreğimde ki dinginlik ve huzur
Dolsun senin gönlüne de!
Romeo:
Ah sana doyamadan mı bırakacaksın beni böyle?
Juliet:
Daha nasıl bir doyum bekliyorsun ki bu gece ?
Romeo:
Aşkının katkısız yeminini benimkine karşılık.
Juliet:
Onu sana verdim bile, sen daha istemeden,
Olsa da keşke bir kez daha versem.
Romeo:
Geri mi alacaksın yine? Peki, neden sevgilim ?
Juliet:
İçtenlikle geri vermek için sana.
Elimde olan bir şeyi istiyorum hem,
Cömertliğim uçsuz bucaksız denizler gibi,
Denizler gibi derin sana olan sevgim
Sana ne kadar verirsem o kadar çoğalıyor bende kalan,
Sonsuz çünkü ikiside
( Dadı,içerden seslenir )
Seslendiler içerden, hoşça kal, canım sevgilim!
Geliyorum dadıcığım! Unutma beni tatlı Montegue!
Biraz bekle şimdi gelirim
Romeo:
Ey kutsanmış mutlu gece!Korkuyorum gecedir diye
Bütün bu inanılamayacak tatlı şeylerin bir düş olmasından.
(Juliet içerden gelir)
Juliet:
İki kelime daha ,sevgili Romeo,
Sonra da gerçekten iyi geceler sana!
Saygıdeğerse aşkının eğilimi,
Amacın evlenmekse, bildir göndereceğim adamla,
O zaman tüm varlığımı sana adar,
Ardın sıra gelirim ta ölünceye kadar.
Dadı:
(İçerden) Küçük hanım!
Juliet:
Hemen geliyorum
(Romeo ya ) Ama kötüyse niyetin sana yalvarırım
Dadı:
(içerden) Küçük Hanım! Küçük Hanım!
Juliet:
Şimdi, Dadı, şimdi
(Romeo ya )Vazgeç bundan ,başbaşa bırak beni kederimle.
Yarın birini yollarım.
Romeo:
Ancak senle yaşar ruhum!
Juliet:
Binlerce kez iyi geceler sana!
Romeo:
Binlerce kez kahrolsun gece, senin ışığın yok ise
Öğrenciler nasıl ayrılırsa ders kitaplarından
Öyle koşar seven sevdiğine giderken
Okula nasıl canı sıkkın giderse öğrenciler,
Öyle ayrılır seven sevdiğinden.
( Juliet yine girer)
Juliet:
Hişt, Romeo, Hişt. Doğancı sesi gerek
Ayartmak için bu erkek şahini!
Kırık olur tutsaklığın sesi gür sesle konuşamaz;
İnletirdim yoksa yankının uyuduğu mağarayı.
Sesi benimkinden de çok kısılıncaya dek
Durmadan söyletirdim onun rüzgar sesine Romeo’nun adını
Romeo!
Romeo:
Ruhum ağırıyor benim adımla!
Geceleri ne de gümüşsü ses verir sevenlerin dilleri,
En yumuşak müziktir dinleyen kulaklara.
Juliet:
Romeo!
Romeo:
Söyle sevgilim.
Juliet:
Yarın saat kaçta göndereyim?
Romeo:
Dokuzda.
Juliet:
Mutlak gönderirim; daha yirmi yıl var sanki
Unuttum neden geri çağırdığımı seni.
Romeo:
Anımsayıncaya dek beklerim burada.
Juliet:
Büsbütün unuturum sen beklersen orada,
Anımsadığım için seninle olmanın hazzını.
Romeo:
Ben de beklerim sen unutasın diye,
Unuttuğumdan bu evden başkasını.
Juliet:
Neredeyse sabah olacak; artık git sen;
Yine de şımarık bir çocuğun kuşu gibi uzağa gitme;
Yaramazın elinden bir parça salıverip de
Sonra da verdiği özgürlüğü kıskanıp
İpek bir iplikle geri çektiği
Bukağı burulmuş bir tutsak gibi.
Romeo:
Keşke kuşun olsaydım!
Juliet:
Ne iyi olurdu tatlım!
Ama çok seveyim derken öldürürdüm seni.
İyi geceler! Romeo'm elveda!
Ayrılık öyle tatlı bir keder ki
Sabaha dek iyi geceler sana!
Hişt, Romeo, Hişt. Doğancı sesi gerek
Ayartmak için bu erkek şahini!
Kırık olur tutsaklığın sesi gür sesle konuşamaz;
İnletirdim yoksa yankının uyuduğu mağarayı.
Sesi benimkinden de çok kısılıncaya dek
Durmadan söyletirdim onun rüzgar sesine Romeo’nun adını
Romeo!
Romeo:
Ruhum ağırıyor benim adımla!
Geceleri ne de gümüşsü ses verir sevenlerin dilleri,
En yumuşak müziktir dinleyen kulaklara.
Juliet:
Romeo!
Romeo:
Söyle sevgilim.
Juliet:
Yarın saat kaçta göndereyim?
Romeo:
Dokuzda.
Juliet:
Mutlak gönderirim; daha yirmi yıl var sanki
Unuttum neden geri çağırdığımı seni.
Romeo:
Anımsayıncaya dek beklerim burada.
Juliet:
Büsbütün unuturum sen beklersen orada,
Anımsadığım için seninle olmanın hazzını.
Romeo:
Ben de beklerim sen unutasın diye,
Unuttuğumdan bu evden başkasını.
Juliet:
Neredeyse sabah olacak; artık git sen;
Yine de şımarık bir çocuğun kuşu gibi uzağa gitme;
Yaramazın elinden bir parça salıverip de
Sonra da verdiği özgürlüğü kıskanıp
İpek bir iplikle geri çektiği
Bukağı burulmuş bir tutsak gibi.
Romeo:
Keşke kuşun olsaydım!
Juliet:
Ne iyi olurdu tatlım!
Ama çok seveyim derken öldürürdüm seni.
İyi geceler! Romeo'm elveda!
Ayrılık öyle tatlı bir keder ki
Sabaha dek iyi geceler sana!
( Çıkar)
Romeo:
Uyku barınsın gözlerinde barış da gönlünde
Uyku da ben olsam barış da, ne tatlı bir dinlenme olur!
Şu bizim kutsal pederin varayım hücresine
Anlatıp bu mutlu olayı yardımını dileyeyim
(Çıkar)”
Romeo:
Uyku barınsın gözlerinde barış da gönlünde
Uyku da ben olsam barış da, ne tatlı bir dinlenme olur!
Şu bizim kutsal pederin varayım hücresine
Anlatıp bu mutlu olayı yardımını dileyeyim
(Çıkar)”
20 Temmuz 2013 Cumartesi
18 Temmuz 2013 Perşembe
Evet ben arabesk dinlemeyi de severim.
Sürekli şikayet ettiğim bir yılın ardından o yıl içinde geçen güzel günleri yad etmek garip oluyor. Bugün arkadaşımın yıl boyunca sınıfta çektiği videolardan yaptığı bir seçkiyi izledim ve gerçekten üzüldüm. Güzel günlerin geçip gitmiş olmasına, onlar yaşanırken benim hiçbirinin değerinin farkında olmamış olmama. Hep böyle mi olacak, hep kaybettikten sonra mı anlaşılacak varlıkların değeri ? Deli gibi istediğim ölüme ulaştığımda da belki pişmanlık duyacağım, ilk kez düşünüyorum bunu.
Bu yıla iyimser bir şekilde bakayım mı ?
Yıl başladı, dershane, okul, ders zerre umurumuzda değildi en yakın arkadaşım ve benim. Matematik derslerinden çıkıp kütüphanede zaman geçiriyorduk. Ya da yazı yazıp kitap okuyorduk. Yine herkes deli gibi soru çözerken biz kütüphane için bir görevde bulunmak üzere 1 haftamızı verdik. Dershanede bulunmamız gereken zamanlarda sokaktaydık, dolaşıyorduk, eğleniyorduk. Okuldan kaçıp kitapçılara, kütüphaneye gidiyorduk. Kitap okuyorduk, şiir okuyorduk. Dersler yine umurumuzda değildi. Felsefemizi insanlara anlatmaya çalışıyorduk, Nietzsche okumamı bırakıp İskender Pala okumamı öneren insanlara. Bu sisteme hizmet etmeyi artık olağan gören insanlara bunun bir saçmalık olduğundan bahsediyorduk. Yarışmalar oluyordu, kazanıyordum, saçma sapan da olsa ödüller alıyordum. Arkadaşımla insanları izliyorduk. Ne kadar komik olduklarına bakıyorduk. Komik mekanlara gidiyorduk, gülüyorduk, gülüyorduk, gülüyorduk ! Uykusuzduk ama "uykum öldüü" gibisinden saçma bir cümleyle yine gülüyorduk. Birlikte mutsuzluğu paylaşıyorduk. Okulun arka bahçesinde çimlere uzanıp gökyüzünü izliyorduk, özgürmüşüz gibi hissediyorduk. Sıraların üzerinde uyuyorduk. Arkadaşım fırsatını bulduğu her yerde uyuyordu. Artık öğretmenler onunla "homeless" diye dalga geçiyordu. Test çözmemiz gerekiyordu, konu çalışmamız gerekiyordu ama okumayı istediğimiz kitaplar vardı. Okuyorduk, umursamıyorduk. Arkadaşım yemeğin çok elzem bir olay olduğundan bahsediyordu ama ben zaman zaman sıkılıp ona para vermek yerine kitap alıyordum. 1 kitap yerine 2 kitap. Çünkü yemek yemekten sıkılırım ben. Birlikte gitmediğimiz yerlere gittik. Kiliseye gittik, orada da çok güldük ! Banklar olağan duraklarımız olmuştu, hem de havuz manzaralı ! İnsanları dinledik, insanları izledik. Eve olabildiğince geç saatlerde döndük. Akşamları seviyorduk. Birlikte olmayı seviyorduk. Sanki artık birlikte olamayacakmışız gibi, arkadaşım ölmüş gibi falan konuştum ama neyse ki yok öyle bir şey. Kendisinden birkaç kez 'son mesaj' aldım ama terk etmedi beni. Kendisi öldükten sonra ben dinleyip güleyim diye bana ses kayıtları hazırlayan bir manyaktır o. Çok severim kendisini. Birlikte 'Doğulu kadın' konseptine büründük, Roman olduk, ki bizim asıl öz kimliğimiz bu. Çok severiz biz romanları. Onlar gibi giyindik, makyajlar yaptık, oynadık. Bunları yaparken de kendimize güldük, o halimizi gören kim düşünürdü ki gerçek kimliklerimizi. Olsun, düşünmesinler. İnsanları önemsememeyi kendimize ilk kural olarak benimsedik. Dershanede ilk derse girmek yerine kahvaltılara gittik, benim hiç sevemediğim kahvaltılara. Süreya'm kahvaltının mutlulukla ilişkili olduğunu söyler ancak ben pek duyamıyorum o mutluluğu. Birlikte hayali bir dünya yarattık. Önce bir köy hikayesi yazdık, orada basit insanlar olduk. Tek sorunu bahçede çalışmak vs. olan, iki de eş bulduk tabii kendimize. Birlikte güldük yine. Sonra farklı dünyalar, farklı hayali karakterler. Hayatımızı birlikte geçirmeyi hayal ettik. Birlikte yaşayacağımız ev için alışverişe bile çıktık ! Zaman zaman hayat gerçekten katlanılmaz oldu, birbirimize onu katlanılabilir kıldık. Defalarca birlikte ölmeyi düşündük, ancak sonra mantığımız vazgeçirdi. Çok güzel şarkılar söyledik, eğlendik. Tabii başka arkadaşlarımız da vardı bu eğlenme süreçlerinin içinde ama aslolan bizdik. Birlikteydik. Ben çözdüğüm testlerin üzerine şiirler yazdım. Birbirimizi yapamayacağımızı bildiğimiz halde ders çalışma konusunda bile motive etmeye çalıştık. Dershanede arabesk şarkılar eşliğinde, gazete kağıdına sarılı sular içtik, ki etkisini yadsıyamam. :) Bir yandan da test çözdük. Biz çok üzüldük, çok güldük ve çalıştık. Diğerlerinden farkımız bu oldu ve sonuç olarak hayatını ders çalışmaya adayan insanlardan daha memnun olduk. Birçoğu bir yıl daha deneyecek. Bugün dönüp baktığımda keşke diyorum, melankoli ablukalarına o kadar yakın olmasaydık. Her neyse geçmiş zaman üzerine keşkeyle kurulu cümleleri pek sevmem. Hayatımız gerçekten okul-dershane-ev üçgeninde geçti ama biz olabildiğince bu üçgenin dışında yaşadık. Şu an yazdıklarım çok küçük bir özet oldu. Biz aslında güzel bir yıl geçirdik.
Bilmiyorum hayat ne getirecek ama umarım gülmeyi hiç unutturmaz bize.
Arabesk dinliyorum demiştim, dinlenir ama bu.
Bu yıla iyimser bir şekilde bakayım mı ?
Yıl başladı, dershane, okul, ders zerre umurumuzda değildi en yakın arkadaşım ve benim. Matematik derslerinden çıkıp kütüphanede zaman geçiriyorduk. Ya da yazı yazıp kitap okuyorduk. Yine herkes deli gibi soru çözerken biz kütüphane için bir görevde bulunmak üzere 1 haftamızı verdik. Dershanede bulunmamız gereken zamanlarda sokaktaydık, dolaşıyorduk, eğleniyorduk. Okuldan kaçıp kitapçılara, kütüphaneye gidiyorduk. Kitap okuyorduk, şiir okuyorduk. Dersler yine umurumuzda değildi. Felsefemizi insanlara anlatmaya çalışıyorduk, Nietzsche okumamı bırakıp İskender Pala okumamı öneren insanlara. Bu sisteme hizmet etmeyi artık olağan gören insanlara bunun bir saçmalık olduğundan bahsediyorduk. Yarışmalar oluyordu, kazanıyordum, saçma sapan da olsa ödüller alıyordum. Arkadaşımla insanları izliyorduk. Ne kadar komik olduklarına bakıyorduk. Komik mekanlara gidiyorduk, gülüyorduk, gülüyorduk, gülüyorduk ! Uykusuzduk ama "uykum öldüü" gibisinden saçma bir cümleyle yine gülüyorduk. Birlikte mutsuzluğu paylaşıyorduk. Okulun arka bahçesinde çimlere uzanıp gökyüzünü izliyorduk, özgürmüşüz gibi hissediyorduk. Sıraların üzerinde uyuyorduk. Arkadaşım fırsatını bulduğu her yerde uyuyordu. Artık öğretmenler onunla "homeless" diye dalga geçiyordu. Test çözmemiz gerekiyordu, konu çalışmamız gerekiyordu ama okumayı istediğimiz kitaplar vardı. Okuyorduk, umursamıyorduk. Arkadaşım yemeğin çok elzem bir olay olduğundan bahsediyordu ama ben zaman zaman sıkılıp ona para vermek yerine kitap alıyordum. 1 kitap yerine 2 kitap. Çünkü yemek yemekten sıkılırım ben. Birlikte gitmediğimiz yerlere gittik. Kiliseye gittik, orada da çok güldük ! Banklar olağan duraklarımız olmuştu, hem de havuz manzaralı ! İnsanları dinledik, insanları izledik. Eve olabildiğince geç saatlerde döndük. Akşamları seviyorduk. Birlikte olmayı seviyorduk. Sanki artık birlikte olamayacakmışız gibi, arkadaşım ölmüş gibi falan konuştum ama neyse ki yok öyle bir şey. Kendisinden birkaç kez 'son mesaj' aldım ama terk etmedi beni. Kendisi öldükten sonra ben dinleyip güleyim diye bana ses kayıtları hazırlayan bir manyaktır o. Çok severim kendisini. Birlikte 'Doğulu kadın' konseptine büründük, Roman olduk, ki bizim asıl öz kimliğimiz bu. Çok severiz biz romanları. Onlar gibi giyindik, makyajlar yaptık, oynadık. Bunları yaparken de kendimize güldük, o halimizi gören kim düşünürdü ki gerçek kimliklerimizi. Olsun, düşünmesinler. İnsanları önemsememeyi kendimize ilk kural olarak benimsedik. Dershanede ilk derse girmek yerine kahvaltılara gittik, benim hiç sevemediğim kahvaltılara. Süreya'm kahvaltının mutlulukla ilişkili olduğunu söyler ancak ben pek duyamıyorum o mutluluğu. Birlikte hayali bir dünya yarattık. Önce bir köy hikayesi yazdık, orada basit insanlar olduk. Tek sorunu bahçede çalışmak vs. olan, iki de eş bulduk tabii kendimize. Birlikte güldük yine. Sonra farklı dünyalar, farklı hayali karakterler. Hayatımızı birlikte geçirmeyi hayal ettik. Birlikte yaşayacağımız ev için alışverişe bile çıktık ! Zaman zaman hayat gerçekten katlanılmaz oldu, birbirimize onu katlanılabilir kıldık. Defalarca birlikte ölmeyi düşündük, ancak sonra mantığımız vazgeçirdi. Çok güzel şarkılar söyledik, eğlendik. Tabii başka arkadaşlarımız da vardı bu eğlenme süreçlerinin içinde ama aslolan bizdik. Birlikteydik. Ben çözdüğüm testlerin üzerine şiirler yazdım. Birbirimizi yapamayacağımızı bildiğimiz halde ders çalışma konusunda bile motive etmeye çalıştık. Dershanede arabesk şarkılar eşliğinde, gazete kağıdına sarılı sular içtik, ki etkisini yadsıyamam. :) Bir yandan da test çözdük. Biz çok üzüldük, çok güldük ve çalıştık. Diğerlerinden farkımız bu oldu ve sonuç olarak hayatını ders çalışmaya adayan insanlardan daha memnun olduk. Birçoğu bir yıl daha deneyecek. Bugün dönüp baktığımda keşke diyorum, melankoli ablukalarına o kadar yakın olmasaydık. Her neyse geçmiş zaman üzerine keşkeyle kurulu cümleleri pek sevmem. Hayatımız gerçekten okul-dershane-ev üçgeninde geçti ama biz olabildiğince bu üçgenin dışında yaşadık. Şu an yazdıklarım çok küçük bir özet oldu. Biz aslında güzel bir yıl geçirdik.
Bilmiyorum hayat ne getirecek ama umarım gülmeyi hiç unutturmaz bize.
Arabesk dinliyorum demiştim, dinlenir ama bu.
15 Temmuz 2013 Pazartesi
Sıkkınlığın ötesinden merhabalar !
Ne kadar sıkıldığımın haddi hesabı, menzili hududu yok. Menzil ve hudut ne alaka be. Menzil ev demekti değil mi, o değil de rah yol demekti, hatta tarik de ve hatta way de ama konuyla alakası yok. Ben kitapların arkasındaki sözlükleri okurdum ya, çok severim aslında kelimeleri de. Bugünlerde zihnim dışına mantıklı bir şekilde çıkmak istemiyorlar. Bu nasıl bir can sıkıntısıdır. Bu nedir, bu neden ifade edilemez. Kafamda onca cümle dönüyor dolaşıyor, uyumadan önce kaç tane kurgu oluşuyor, somutlamaya gelince elde var sıfır. Okuduğum kitaptan bile bir şey anlamıyorum. Acilen anlamlandırılmaya ihtiyacım var ki, bunun tek yolu belli bir yoğunluk gibi görünüyor. Yani okul başlasın ! Evet devamlı şikayet ettiğim dönemi özledim ben. Çünkü yaşam böyle bir şey, şikayet edilecek türden var olduğunda daha anlamlı. Şu an her şey o kadar boş ki. Ne bileyim intihar düşüncesini dahi dolu dolu düşünmek güzelmiş ya. Ben bu saatten sonra ne yapacağım ki hayatta, her şey aynı, her şey boş gibi düşüncelerle onu düşünmek, intihar denen varlığa hakaret oluyor adeta. İstediğin kadar uyumak uykuyu değersiz kılıyor. Yıl boyunca bir gün uyumak için yalvardım, şu anda hiçbir önemi yok. Zaten bu genel özelliktir. Bir şeye sahip oluncaya kadar değerli olur, sonrasında sıfırdır. Evet bu kesinlikle doğru.
Kelimeler demiştim, kelimelere olan sevgim bambaşkadır aslında. Sözlük okuyan insanları severim. Onlardanım ! Kendime benzeyen insanlarla bir arada bulunmam gerek. Bak bu da uzun bir mesele aslında. Bir de bu kadar uzun süre evde kalmak bana kesinlikle iyi gelmiyor bunu söylemeliyim. Dışarıda olmam gerekiyormuş. Neyse az kaldı değil mi, katlanılabilir bir süre kaldı. Tatilden hiç bu kadar sıkıldığımı hatırlamıyorum. Arkadaşlarımdan uzağım, tek başıma kaldım bildiğin. Kalabalık bir aile içinde bulunuyorum ama hayır onların hiçbir etkisi yok bu tekilliğe. "Hep yalnızlık yavruuumm yalnızlık ömür boyuuu !" Evet bunu kabullendim ama arkadaşlar olmadan olmuyor. Yüzümde ifade yok tüm gün boyunca ya bu nedir. Bitsin artık bu hal !
Fark ettim de sürekli bir şeylerin bitmesini istiyorum.
Tümüyle bitse ya şu hayat !?
Kelimeler demiştim, kelimelere olan sevgim bambaşkadır aslında. Sözlük okuyan insanları severim. Onlardanım ! Kendime benzeyen insanlarla bir arada bulunmam gerek. Bak bu da uzun bir mesele aslında. Bir de bu kadar uzun süre evde kalmak bana kesinlikle iyi gelmiyor bunu söylemeliyim. Dışarıda olmam gerekiyormuş. Neyse az kaldı değil mi, katlanılabilir bir süre kaldı. Tatilden hiç bu kadar sıkıldığımı hatırlamıyorum. Arkadaşlarımdan uzağım, tek başıma kaldım bildiğin. Kalabalık bir aile içinde bulunuyorum ama hayır onların hiçbir etkisi yok bu tekilliğe. "Hep yalnızlık yavruuumm yalnızlık ömür boyuuu !" Evet bunu kabullendim ama arkadaşlar olmadan olmuyor. Yüzümde ifade yok tüm gün boyunca ya bu nedir. Bitsin artık bu hal !
Fark ettim de sürekli bir şeylerin bitmesini istiyorum.
Tümüyle bitse ya şu hayat !?
13 Temmuz 2013 Cumartesi
Aklıma ölüm geliyor birden, ölüm.
Bence def olup bir yerlere gitmeliyim. Adlandırılmamış mekanlara. Zamanın ötesinde bir yerlere. Hayal gücüm nitelemek için yetersiz olduğundan "ölüm" olarak adlandırıyorum ben oraya geçiş evresini. Basit olarak böyle. Her zaman basit olanı seçerim. "Her şey basit olmalıdır, tümüyle basit." felsefesi benimsenmeli. Evet. Bir de belli bir yoğunluğa ihtiyacım var. 1 ay tatil yeterli bana en fazla. Sonrası yalnızca sıkıyor. Ben devamlı bir koşturma halinde olmalıyım ve o koşturma sırasında kendimce verdiğim molalarda yaşamalıyım. İnsanların bana sunduğu molalardan dahi sıkılıyorum. Yaratılıştan gelen bir arada yaşama ihtiyacı keşke bulunmasaydı bende. Zaten sahip olduğum içsel yalnızlığın somut hali daha fazla acıtmaz sanıyorum canımı.
11 Temmuz 2013 Perşembe
10 Temmuz 2013 Çarşamba
9 Temmuz 2013 Salı
7 Temmuz 2013 Pazar
214. sayfa
Çok masum bir resim değil miydi, neden insanların öyle olması çok güç. Hayat sanki yalnızca üzülmemiz için kurgulanmış bir oyun gibi. Neden insanların zihninde onca güzel tablo varken hayat bize yalnızca kırık bir şövale üzerinde eprimiş bir tuval ve siyah beyaz bir palet sunuyor. Mavi olsaydı halbuki, ne kadar mutlu olacaktık. Mavide olsaydık, mavinin ta kendisi olsaydık !
Olmadı.
Olmadık.
Olamadık.
Bu noktadan sonra herhangi bir şekilde ifade yok, yalnızca üzülmek var.
Olmadı.
Olmadık.
Olamadık.
Bu noktadan sonra herhangi bir şekilde ifade yok, yalnızca üzülmek var.
5 Temmuz 2013 Cuma
''Kanka şimdi de Hotel California'dan Eagles'ı dinle''
Ne basit bir cümle değil mi, hatta "kanka" kelimesi itici dahi bulunabilir. Ama o cümle kurulduğunda birlikte çok iyi olduğum insanlar vardı. Şimdi merdivenlerden aşağı inerken sınıfın açık kapısından mahzun mahzun beni izleyen arkadaşıma dostluk göstergesi olarak elimi kaldırıp selam vermek, ne güç. Birlikte saatlerce telefonda konuştuğum, birlikte üzülüp birlikte güldüğüm insanların belli bir süre sonra yanımda olmaması ne kötü. Evet yine birileri var yanımda, hem de çok sevdiğim birileri. Ama giden hep özleniyor işte. Bazen klasörler arasında gezinirken ahmak bir şarkının varlığı sizi bulunduğunuz zamanın aylarca gerisine götürebiliyor. Enstrümantal bir şarkı hem de, "sanki o günler için söylenecek bir şey kalmadı" dercesine.
Gecenin iyi ya da kötü olması kimin umurunda ?
Genel anlamıyla hayat berbat durumdayken. Bunu yaşanan tüm olaylardan bağımsız olarak söylüyorum. Ne olursa olsun bir şekilde eksik kalan bir şeyler var. Yalnızca ölümle doldurulabilecek boşluklar sanki. Hayır her kötü hissettiğimde ölümü düşünmüyorum ben, hep düşünüyorum. "Mutlu" diye addedilebilecek zaman dilimlerinde de. Yazmayla ilgili yarışmalarla pek bir ilgiliyim. Kişi belli bir başarı elde ettiğinde iyi hisseder değil mi, yani olması gereken budur. Peki bu durum bende nasıl ? Ödül töreninde içinde bulunulan alanın yerle bir olması ve benim ölmem gibi ihtimallerin dolaşması zihnimde. Belki bu duruma "hastalıklı" denebilir ama kime göre neye göre sorusuyla tüm fikirler çürütülebilir. "Hiçbir şey yapmak istememek" kadar ilginç bir durum yok. Sevdiğin onca şey yitiyor o anlarda. Sonra sevdiğin şeyleri zamanla yitireceğin gerçeği geliyor aklına, sen de onlarla birlikte yitiyorsun. Sürekli aynı olayların devinimiyle devam eden bu dünyada daha ne kadar kalabilirim. Burası çok sıkıcı. Burayı güzel kılan birkaç ayrıntı var, onlar da belli bir yere kadar.
Ben yaşanan hayata dair saçmalamayı sevmem ki, neden bunu yapmaya çalıştım anlamadım. Hikayeler gerek, kurgular, hayali karakterler, yaşayamadıklarımı yaşayabilen insanlar. Onlar hep olsunlar ! Ben de uyanmamak üzere yattığım uykularıma döneyim. :)
"Ve tümünüz diyorum !
Uzak.
Yüklemsiz bir cümleyle sonlanacak bu
Bendeden."
Ben yaşanan hayata dair saçmalamayı sevmem ki, neden bunu yapmaya çalıştım anlamadım. Hikayeler gerek, kurgular, hayali karakterler, yaşayamadıklarımı yaşayabilen insanlar. Onlar hep olsunlar ! Ben de uyanmamak üzere yattığım uykularıma döneyim. :)
"Ve tümünüz diyorum !
Uzak.
Yüklemsiz bir cümleyle sonlanacak bu
Bendeden."
9 Haziran 2013 Pazar
Çok sıkılıyorum. İnanılmaz derecede. Yine yapacak hiçbir şey bulamadığım anlara döndüm galiba. Sonunda sürekli şikayet ettiğim lise bitiyor ve benim içimde garip bir burukluk var. Üzüldüğüm nokta "son" olması. Her şeyin bir sonunun bulunması. Hayatın dahi. Biz insanlar çok dayanıklı varlıklarız aslında. Düşünsene içinde bulunduğumuz belirsizliği, bugün ölüp ölmeyeceğimizi dahi bilmiyoruz. Yaptığımız onca plan, kurduğumuz hayaller vs. her biri toz yığını gibi. Hafif bir rüzgarda yerle bir oluyorlar. Ve ben o toz yığınının içinde bir biblo gibi var oluyorum. Etrafımda toz zerrecikleri uçuşuyor. Ben hayali bir dünyada yaşıyorum. Çünkü gerçeklik denen şeye bir noktadan sonra ciddi anlamda katlanılmıyor. Sahip olduğum hayata şöyle bir bakıyorum da, yaşamak denen olay bu kadar berbat mı ? Sürekli birilerinin boyunduruğunda mı bulunacağız ? Hep başkalarının isteklerini mi yerine getireceğiz ? İntihar ? Kaç kez düşündüm bunu. Kaç müntehire sarındım geceleri. Kaan İnce'yle neden bütünleştim ? "Gerçeklik" kişiyi bunlara zorluyor. Dün kötüydü, bugün daha kötü, yarınsa berbat olacak. Bu karamsarlık olarak nitelenebilir, ama gün ışığının bulunduğu tüm vakitlerde başkalarına hizmet etmemizi emreden bir sistemin dünyasına nasıl iyimserce bakabilirim ? Yalnızca geceleri kendim olabildiğim bir evrende nasıl ışığa dair, "güneşli günler"e dair hayaller kurabilirim ? İnsanların psikolojilerini yerle bir ediyorlar. Yerle bir oldum !
...
...
19 Mayıs 2013 Pazar
Onur Ünlü dün bulunduğum şehre gelmiş ve benim bundan şu an haberim oldu. Zaten berbat giden günlerin yaşattığı ahmak ruh hallerini perçinledi tabii bu durum. Ölüm isteği artık anlık histerik hallerde gelmiyor, hep var. Sınava yine bilmem kaç gün var, 1 aydan az. Bense yine nefretin hat safhasındayım. Olay sınav falan da değil aslında, o yalnızca bahane. Olay hayat. Olay hayat denen oyunu oynayamamak. Bu rol için uygun olmamak. Ve bunu kimsenin anlamaması. Bir Can İren anlamış, o da gitmiş zaten yıllar önce. Yazmak istemediğimi fark ettim. Ben çok sıkılıyorum.
26 Nisan 2013 Cuma
Ben ne yapıyorum, nereye gidiyorum, ne olacağım, neden bu kadar berbat hissediyorum...
Sorgulamamam gerektiği telkin edildi defalarca ama olmuyor. Sınav falan değil bu, bu yılı dahi suçlayamıyorum bu noktada. Çünkü genel yaşama dair eksikliklerim, uygun olmayışım ortada. Berbat hissediyorum. Yalnız hissediyorum. Bunlar doğrudan ilişkili. İstediğim gibi bir hayata sahip olmam mümkün değil. Bunun için çalışmadan böyle söylemem ahmakça bulunuyor olsa da, kabul. Ben koca bir ahmağım. Bunu çok yinelerim. Bunu birçok konuda sonuç olarak çıkarıyorum kendime. Sürekli saçmalıyorum. Yaşadığım bir hayat yok. Gülmek için dahi saçma sapan bir ütopya kullanıyorum. Çünkü gerçekler her zamanki gibi mutlu etmiyor. Gerçekler iyice çekilmez bir hal alıyor. Ölüm hep yakın. Müntehir şairler yakınlarımda. Kaan İnce var... Ona dair bir yazı yazmam gerek. Çok ayrı. Çok seviyorum. Bu da bir sorun olabilir, sürekli ölü insanlarla ilgileniyorum. Canlılığı hissedemiyorum. Yaşamı hissedemiyorum. Böyle berbat bir durumda olmamın herhangi bir açıklaması yok. "Şu nedenle" diyememek de ayrı kötü. Herkes neden sorar. Sorgulamamanı telkin edenler sana "neden" diye sorar. Bilmiyorum dersin, bilsen bu halde olmayacağından dem vurursun. Kendine dahi itiraf edemediğin sebeplerin vardır. Varsındır. Onca sorumluluğun vardır, sevenlerin vardır. Tümüne nankörce sırtını dönüp ölümü düşünürsün. Zaman zaman hiç korku duymazsın sonrasına dair. Jiletin biriyle fırçacasına birkaç darbe vurmayı düşlersin bilek dediğin tuvallere. Ama sonra ressam olmadığını hatırlarsın. Susarsın. Çünkü yeterince saçmaladın.
Sorgulamamam gerektiği telkin edildi defalarca ama olmuyor. Sınav falan değil bu, bu yılı dahi suçlayamıyorum bu noktada. Çünkü genel yaşama dair eksikliklerim, uygun olmayışım ortada. Berbat hissediyorum. Yalnız hissediyorum. Bunlar doğrudan ilişkili. İstediğim gibi bir hayata sahip olmam mümkün değil. Bunun için çalışmadan böyle söylemem ahmakça bulunuyor olsa da, kabul. Ben koca bir ahmağım. Bunu çok yinelerim. Bunu birçok konuda sonuç olarak çıkarıyorum kendime. Sürekli saçmalıyorum. Yaşadığım bir hayat yok. Gülmek için dahi saçma sapan bir ütopya kullanıyorum. Çünkü gerçekler her zamanki gibi mutlu etmiyor. Gerçekler iyice çekilmez bir hal alıyor. Ölüm hep yakın. Müntehir şairler yakınlarımda. Kaan İnce var... Ona dair bir yazı yazmam gerek. Çok ayrı. Çok seviyorum. Bu da bir sorun olabilir, sürekli ölü insanlarla ilgileniyorum. Canlılığı hissedemiyorum. Yaşamı hissedemiyorum. Böyle berbat bir durumda olmamın herhangi bir açıklaması yok. "Şu nedenle" diyememek de ayrı kötü. Herkes neden sorar. Sorgulamamanı telkin edenler sana "neden" diye sorar. Bilmiyorum dersin, bilsen bu halde olmayacağından dem vurursun. Kendine dahi itiraf edemediğin sebeplerin vardır. Varsındır. Onca sorumluluğun vardır, sevenlerin vardır. Tümüne nankörce sırtını dönüp ölümü düşünürsün. Zaman zaman hiç korku duymazsın sonrasına dair. Jiletin biriyle fırçacasına birkaç darbe vurmayı düşlersin bilek dediğin tuvallere. Ama sonra ressam olmadığını hatırlarsın. Susarsın. Çünkü yeterince saçmaladın.
20 Mart 2013 Çarşamba
İnsan çok ahmak. Hayatı boyunca yalnızca mutluluk peşinde koşmasına rağmen bunu sürekli ertelemek için sürekli kendisine bahaneler buluyor. Şu okul bitsin sonra sınavı atlatayım sonra iş bulayım sonra tatile çıkınca artık. Diye diye mutluluğu hayatın sonuna kadar erteliyorlar. Sonuç ? Memnuniyetsiz yaşanan son anlar. Verilen son nefesler vs. Ölüm peki ? Bu sıralar zikretmenin ötesine geçtiğim kavram nasıldır. İnsanı ciddi anlamda düşündüğünde dahi korkutabilen, üzebilen bu olay neden bu kadar uzak görünüyor bize. Garip çırpınışlarla hareket halinde olan ve genelde üzülmeye yarayan şu sol kısımdaki et parçasının durması. Bedene artık kan yürümemesi. Kötü mü. Bilinmezlik mi yoksa aşırı bilme hali mi korkutur bizi.
Sınava 4 gün kaldı. Ve ben ölüyorum. :) Evet gülümseyerek söylüyorum bunu. Evet istiyorum bunu. Kimsenin gerçek anlamda anlayamadığı bir durum bu. Can İren biliyormuş o da benden pek bir erken çekip gitmiş.
"Ben bu dünyaya uyamıyorum."
Eşsiz bir harmoni içinde bulunduklarını sanan, kendileri olmasa boşluklarının büyük yer kaplayacağını düşünen insanlara bunu nasıl anlatabilirim ki. Onlara nasıl mükemmel ihtimalle 1 yıl içinde unutulacaklarını fark ettirebilirim ?
Ruhum öyle berbat hallerde bulunuyor ki. Genelde bunu tetikleyici ögelere sahip olurdum. Soyut ama etkili şeylere sığınırdım. Bu kez somutun babası bir durumla karşı karşıyayım.
S I N A V
Yaklaşık 1.500.000 öğrenci giriyor bu ahmak sınava ve üniversiteler yaklaşık 900.000 tanesini alıyor. Yani ÖSYM amca bize ne diyor biliyor musunuz. Siz çalışın. Koca 1 yılınızı heba edin. Giden bir dakikayı dahi geri getiremiyoruz ama olsun mahvedin hayatınızın en güzel zamanlarından bir yılı. Ama bunun sonunda sizi bir mükafatın beklediğini sanmayın. Hepinizin eğitim almasını istiyoruz ama 900.000 kişiye eğitim verecek kapasiteye sahibiz. Amacımız gelişmiş, eğitimli bir toplum ama bizim tek yaptığımız gencecik beyinlerin düşünce sistemlerini yerle bir etmek. Onları en üretken oldukları, en yorulmaz oldukları çağlarında bitirmek. Düşünmelerini istemiyoruz yalnızca önlerine koyduğumuz hayali bilgileri ezberleyip 160 dakikalık bir sınava girsinler.
Sıkıldım yeter bu kadar. Bu berbat düzenden nefret ediyorum. Defolup gitmek istiyorum.
Sınava 4 gün kaldı. Ve ben ölüyorum. :) Evet gülümseyerek söylüyorum bunu. Evet istiyorum bunu. Kimsenin gerçek anlamda anlayamadığı bir durum bu. Can İren biliyormuş o da benden pek bir erken çekip gitmiş.
"Ben bu dünyaya uyamıyorum."
Eşsiz bir harmoni içinde bulunduklarını sanan, kendileri olmasa boşluklarının büyük yer kaplayacağını düşünen insanlara bunu nasıl anlatabilirim ki. Onlara nasıl mükemmel ihtimalle 1 yıl içinde unutulacaklarını fark ettirebilirim ?
Ruhum öyle berbat hallerde bulunuyor ki. Genelde bunu tetikleyici ögelere sahip olurdum. Soyut ama etkili şeylere sığınırdım. Bu kez somutun babası bir durumla karşı karşıyayım.
S I N A V
Yaklaşık 1.500.000 öğrenci giriyor bu ahmak sınava ve üniversiteler yaklaşık 900.000 tanesini alıyor. Yani ÖSYM amca bize ne diyor biliyor musunuz. Siz çalışın. Koca 1 yılınızı heba edin. Giden bir dakikayı dahi geri getiremiyoruz ama olsun mahvedin hayatınızın en güzel zamanlarından bir yılı. Ama bunun sonunda sizi bir mükafatın beklediğini sanmayın. Hepinizin eğitim almasını istiyoruz ama 900.000 kişiye eğitim verecek kapasiteye sahibiz. Amacımız gelişmiş, eğitimli bir toplum ama bizim tek yaptığımız gencecik beyinlerin düşünce sistemlerini yerle bir etmek. Onları en üretken oldukları, en yorulmaz oldukları çağlarında bitirmek. Düşünmelerini istemiyoruz yalnızca önlerine koyduğumuz hayali bilgileri ezberleyip 160 dakikalık bir sınava girsinler.
Sıkıldım yeter bu kadar. Bu berbat düzenden nefret ediyorum. Defolup gitmek istiyorum.
27 Şubat 2013 Çarşamba
-
Haddinden fazla düşünüyorum bu aralar. Sürekli bir durumun zıt halini de göz önünde bulundurduğumdan kendimi hiçbir yere, ideolojiye ait hissetmiyorum artık. Bu hiç hoş değil. Çünkü hepimizin bildiği üzere insan sürekli bir şeylere ait olmak ister, olamıyorum. Kafam sürekli karışık gibi. Tam olarak bir düşünceye dahi yoğunlaşamıyorum. Deliriyor olabileceğimi düşünüyorum bazen. Gerçi bu düşünceler beynime üşüşmeden önce büyük bir hissizlik yaşadığımı söyleyebilirim. Saçmalamak bile istemiyorum galiba. Artık halet-i ruhiyemi ifade edemiyorum.
Susuyorum.
Susuyorum.
26 Şubat 2013 Salı
Acıların adını Ağustos koymalılar
Ne zaman kendimi berbat hissetsem Kaan İnce'yi düşünüyorum. Ki bu daha da berbat hissettiriyor. Artık bu bende bir takıntı oldu. Mutsuzluk yani. Daha da ilerisini istiyorum hep. Hatta iyi hissettiğimde dahi melankolik şarkılar ve şiirlerle bu halin boğazını neşterle kesiyorum. Sonrası malumunuz her zamanki kan revan.
İnsan bir kez mutsuzluğa alıştı mı bu alışkanlığını terk etmek istemiyor, korkuyor. Bu hiç güzel bir şey değil, yapmayın tavsiye etmem. Ağustos'ta Cemal Süreya Üvercinka'sını kaybetmiş, ben de Kaan İnce'mi. 11 Ağustos 1992. Ben henüz dünyada dahi değilken. Ama buna rağmen kendimi hep suçlu hissediyorum. Orada olmalı ve onu durdurmalıydım. Kim bilir ne kadar kötü hissetmiştir, kim bilir kaç saat ağlamıştır. Onu teselli edememek, ona engel olamamak şu anda beni üzüyor. Hastalıklı bir durum olduğunu ileri sürebilirsiniz, itiraz etmem. Böyle bu olay, ben kabullendim. Onu çok seviyorum ! Asla kazanamayacağım ve kaybedemeyeceğim birini sevmek bir yandan mantıklı diğer yandan ahmakça olsa da. Bilmiyorum nasıl ifade edebilirim bu sevgiyi.
Can İren var bir de. O da müntehir bir şair. "Ben bu dünyaya uyamıyorum" diyerek gitmiş 1962'de dünyadan. 1962 yılında bu dünyadan çekip giden bir adamla bugün aynı hisleri paylaşıyor olmam ne kadar da garip. Onu da seviyorum. Onda da kendimi görüyorum. Ben tüm müntehir şairlerin toplamıyım.
Günlük benzeri bir yer olduğundan güne dair de bir şeyler saçmalayayım. Okula gitmedim bugün. Hava aşırı derecede sisli ve soğuk. Sabah uyandım, ardından tekrar uyudum. Devamsızlık problemi olmasa hiç gitmeyeceğim de, mecburiyetler işte. Hep varlar, hep olacaklar. Sürekli ne olacağım ben diye soruyorum kendime. Yanıtsız bir soru tabii. Aslında öncelikle Türk Dili ve Edebiyatı okumak istiyorum, ardından İngiliz Dili ve Edebiyatı. 8 yıl. İstiyorum ama bunca yıl okumaya ben katlanamam sanırım. Sınava 30 günden de az kaldı. Depresif hallerimin zirvelerindeyim. Zaman zaman düşünmeyi bile beceremiyorum.
Bitsin artık şu yıl.
İnsan bir kez mutsuzluğa alıştı mı bu alışkanlığını terk etmek istemiyor, korkuyor. Bu hiç güzel bir şey değil, yapmayın tavsiye etmem. Ağustos'ta Cemal Süreya Üvercinka'sını kaybetmiş, ben de Kaan İnce'mi. 11 Ağustos 1992. Ben henüz dünyada dahi değilken. Ama buna rağmen kendimi hep suçlu hissediyorum. Orada olmalı ve onu durdurmalıydım. Kim bilir ne kadar kötü hissetmiştir, kim bilir kaç saat ağlamıştır. Onu teselli edememek, ona engel olamamak şu anda beni üzüyor. Hastalıklı bir durum olduğunu ileri sürebilirsiniz, itiraz etmem. Böyle bu olay, ben kabullendim. Onu çok seviyorum ! Asla kazanamayacağım ve kaybedemeyeceğim birini sevmek bir yandan mantıklı diğer yandan ahmakça olsa da. Bilmiyorum nasıl ifade edebilirim bu sevgiyi.
Can İren var bir de. O da müntehir bir şair. "Ben bu dünyaya uyamıyorum" diyerek gitmiş 1962'de dünyadan. 1962 yılında bu dünyadan çekip giden bir adamla bugün aynı hisleri paylaşıyor olmam ne kadar da garip. Onu da seviyorum. Onda da kendimi görüyorum. Ben tüm müntehir şairlerin toplamıyım.
Günlük benzeri bir yer olduğundan güne dair de bir şeyler saçmalayayım. Okula gitmedim bugün. Hava aşırı derecede sisli ve soğuk. Sabah uyandım, ardından tekrar uyudum. Devamsızlık problemi olmasa hiç gitmeyeceğim de, mecburiyetler işte. Hep varlar, hep olacaklar. Sürekli ne olacağım ben diye soruyorum kendime. Yanıtsız bir soru tabii. Aslında öncelikle Türk Dili ve Edebiyatı okumak istiyorum, ardından İngiliz Dili ve Edebiyatı. 8 yıl. İstiyorum ama bunca yıl okumaya ben katlanamam sanırım. Sınava 30 günden de az kaldı. Depresif hallerimin zirvelerindeyim. Zaman zaman düşünmeyi bile beceremiyorum.
Bitsin artık şu yıl.
23 Şubat 2013 Cumartesi
22 Şubat 2013 Cuma
Kişiyi beklentisizlik mi, beklentilerin gerçekleşmemesi mi daha çok üzer ?
İnsanı sahip olamadıkları değil, asla sahip olamayacakları üzer.
Her birimizin zihninde çeşitli hayat tasarımları vardır ve tümümüz onlara ulaşmak isteriz. Ancak onlara ulaşmanın imkansız olduğu gerçeği birçok kez insanı umutsuzluğa düşürür. Beni düşürüyor. Sürekli. Herkes kendinden daha kötü durumdakilere bakıp sahip olduklarımıza şükretmekten bahsediyor ama kişi nasıl onca insanı görmez. Kendinden kat be kat harikulade hayatlar süren insanlar nasıl görmezden gelinebilir. Ben bunu yapamıyorum. Şu an bunu dahi pek yazma isteğinde olduğum söylenemez. Çünkü şu an aynı zamanda diliminde yaşadığım onca insanın nelerle ilgilendiği belirip duruyor zihnimde. Ben mi pek hayalperest bakıyorum bilmiyorum ama şu an birisi sıcacık bir güneşin altında uzanmış hiçbir şey düşünmeden duruyor. Biri havuza daldı. Biri arkadaşlarıyla beraber bambaşka bir yer keşfetmek üzere arabasına bindi. Biri uyuyor (Ki benim en çok kıskandıklarımdan biri) ve daha bir sürü mutlu insan geçip gidiyor zihnimden.
Saçma sapan bir hayata sahibim. Sınav yılı gerçekten insanın psikolojisini mahvediyor. Saçlarımı kazıtmayı dahi düşünüyorum, şu an uzunlukları belimi geçen saçlarımı. Değişimi hayal edin. Önce sonra diye de yan yana fotoğrafları koyduk mu tamamdır. Kafamda çeşitli hikayeler var. Başlangıçlar gelip gelip gidiyor. Her zamanki gibi not almıyorum. Herkese açık olduğu halde kimse tarafından okunmayan bir blog bu fikri sevdim. Bir nevi günlük. İlk okulda zorla tutturulan günlüklerimden farkıysa biraz daha istemli olması. Berbattı yahu onlar otururdum bir gecede bir ayı yazardım. Aslında tutsaydım gayet eğlenceli olurdu şu an okumak. Her neyse, bu yazdıklarımı silmeyeceğimi umarak devam ediyorum. Sınav yılı üzerine saçmalayayım yine bitmez tükenmez bir konudur bu benim için.
S ı n a v .
Geçen yıl bu yıla dair çok doğru bir tahminde bulunmuştum. "Ben mahvoluruumm." Oldum. Geleceğe dair ne umut dolu kehanetlerim var değil mi ? :) Bazen aslında düşünüyorum ben kötü düşündüğüm için kötü oluyor, bundan sonra iyi düşünürsem pek çok şey iyileşir vs. diye ama olmuyor. Ruh hali insanda belli bir alışkanlık yapıyor olmalı ki, kurtulamıyorum. Devamlı depresif, haller zaman zaman konuşmak dahi istememek, sürekli uyuma isteği, sürekli aralıksız kitap okuma isteği, ard arda birkaç film izleme isteği. Hatta biraz daha ütopik bakarak bir filme hapsolma isteği !
Saçmalamayı ciddi anlamda seviyorum. Ve bunu konuşarak değil de yazarak yapmak daha bir hoşuma gidiyor. Çünkü kendi kendine konuşursan tuhaf karşılanırsın, yazarsan insanlar olur da merak ederse şöyle bir göz atıp seni kendi haline bırakırlar. Bu güzel bir şey. Yazmak güzel bir şey. Seviyorum. Ama okumak da bir o kadar güzel. Okumak istediğim birçok kitap var ama bu aralar onları okurken dahi suçluluk duyuyorum bunun yerine soru çözmeliyim, konu çalışmalıyım diye düşünüyorum. Ahmak konular.
Bugün okula gitmedim. Dün gece tam da istediğim gibi gecenin bir bölümünde uyumadım. Geceleri çok severim. Geceler uykuyla dahi geçirilmeyecek zaman dilimleridir bence. Sabah da benim güzel bebeğim tarafından uyandırılmak çok güzeldi, tabii uykumu aldıktan sonra. Kişi uykusunu alabildiğinde bu berbat dünyaya bir nebze daha katlanabiliyor. Uykusuzluk gerçek bir işkence. Yapılmasın kimseye, ne olur. Bunun için ciddi anlamda savaşabilirim. Yeni bir örgüt kurup eylemlerde bulunabilirim. Sonra da uyanmış olurum herhalde zira yine hayallere daldım. Yalnız yazdıkça daha iyi anlıyorum ne kadar saçmalama isteği içinde bulunduğumu. :)
Bende bir konu üzerine yazamama gibi bir sorun var galiba, başlık nerede içerik nerede. Her neyse ben dağınık olduğumdan yazılarımın da bana benzemesi gayet normal. Biraz oradan biraz buradan azıcık da şuna değineyim derken iyice karmaşıklaşıyor. Olsun bundan hiç rahatsız değilim. Yapmam gereken bir kurgu yok, uymam gereken kurallar yok (yazım kurallarını severim onları es geçebiliriz bu kurallara uyma zorunluluğunda, tamamen istek).
Bir de yarın dershane olmasın. Dershaneye yalnızca coğrafya için gidiyorum. Hiç mi hiç gitmek istemiyorum. Sınava pek bir az zaman kaldı. En çok merak ettiğim şey de o sınavdan çıktıktan sonraki ruh halim. Sanıyorum şu ana kadar yaşadığım ölüm isteğinin en yüksek raddesini orada göreceğim. Sarılmak istediğim iki kitap var sınav sonrası. Kaan İnce-Gizdüşüm Cemal Süreya-Sevda Sözleri. Şu anki planıma göre de fonda da Lou Reed'den Perfect Day olacak. O günün mükemmelliyetine ithafen. Bilmiyorum. Hiçbir şey bilmiyorum. Bu aralar sürekli bu eylemi kullanıyorum.
B i l m i y o r u m. Hem de hiçbir şey !
Arkadaşım geçenlerde çok hoş bir yere gitmiş. O anlattıkça hoşuma gitti, keşke biz de böyle bir yer açabilsek dedim. Hayallere falan daldım abarttım olayı. Edebiyata dair bir bölümü olur, orada yalnızca içecekler bulunur. Yemek yenen kısmıyla arasında belirli bir yalıtım olmalı e malum kitap okunacak orada. Duvarlara şiirler yazarız, şairlerin yazarların fotoğrafları olur her yerde. Benim gerçek huzuru bulacağım bir yer canlandı hayallerimde. Ama önüme koyulan hayatta 1 ay sonra girmem gereken bir deneme sınavı. Evet yalnızca sınav yazmam gerekiyordu ama istemdışı deneme sınavı yazdım, bunu da kendime kabul ettirmem gerek aslında, bildiğin deneme sınavı o da. Sonrasında elle tutulur bir bölüm kazanıp 4 yıl üniversitede sürünüp para getiren herhangi bir işte çalışmak.
Ah hayat ! Senden istediğim bu değil ki. Gerçi ne istediğimi de tam anlamıyla bilmediğimden yarala yaralayabildiğin kadar, bu kan da elbet bir gün tükenir.
Her birimizin zihninde çeşitli hayat tasarımları vardır ve tümümüz onlara ulaşmak isteriz. Ancak onlara ulaşmanın imkansız olduğu gerçeği birçok kez insanı umutsuzluğa düşürür. Beni düşürüyor. Sürekli. Herkes kendinden daha kötü durumdakilere bakıp sahip olduklarımıza şükretmekten bahsediyor ama kişi nasıl onca insanı görmez. Kendinden kat be kat harikulade hayatlar süren insanlar nasıl görmezden gelinebilir. Ben bunu yapamıyorum. Şu an bunu dahi pek yazma isteğinde olduğum söylenemez. Çünkü şu an aynı zamanda diliminde yaşadığım onca insanın nelerle ilgilendiği belirip duruyor zihnimde. Ben mi pek hayalperest bakıyorum bilmiyorum ama şu an birisi sıcacık bir güneşin altında uzanmış hiçbir şey düşünmeden duruyor. Biri havuza daldı. Biri arkadaşlarıyla beraber bambaşka bir yer keşfetmek üzere arabasına bindi. Biri uyuyor (Ki benim en çok kıskandıklarımdan biri) ve daha bir sürü mutlu insan geçip gidiyor zihnimden.
Saçma sapan bir hayata sahibim. Sınav yılı gerçekten insanın psikolojisini mahvediyor. Saçlarımı kazıtmayı dahi düşünüyorum, şu an uzunlukları belimi geçen saçlarımı. Değişimi hayal edin. Önce sonra diye de yan yana fotoğrafları koyduk mu tamamdır. Kafamda çeşitli hikayeler var. Başlangıçlar gelip gelip gidiyor. Her zamanki gibi not almıyorum. Herkese açık olduğu halde kimse tarafından okunmayan bir blog bu fikri sevdim. Bir nevi günlük. İlk okulda zorla tutturulan günlüklerimden farkıysa biraz daha istemli olması. Berbattı yahu onlar otururdum bir gecede bir ayı yazardım. Aslında tutsaydım gayet eğlenceli olurdu şu an okumak. Her neyse, bu yazdıklarımı silmeyeceğimi umarak devam ediyorum. Sınav yılı üzerine saçmalayayım yine bitmez tükenmez bir konudur bu benim için.
S ı n a v .
Geçen yıl bu yıla dair çok doğru bir tahminde bulunmuştum. "Ben mahvoluruumm." Oldum. Geleceğe dair ne umut dolu kehanetlerim var değil mi ? :) Bazen aslında düşünüyorum ben kötü düşündüğüm için kötü oluyor, bundan sonra iyi düşünürsem pek çok şey iyileşir vs. diye ama olmuyor. Ruh hali insanda belli bir alışkanlık yapıyor olmalı ki, kurtulamıyorum. Devamlı depresif, haller zaman zaman konuşmak dahi istememek, sürekli uyuma isteği, sürekli aralıksız kitap okuma isteği, ard arda birkaç film izleme isteği. Hatta biraz daha ütopik bakarak bir filme hapsolma isteği !
Saçmalamayı ciddi anlamda seviyorum. Ve bunu konuşarak değil de yazarak yapmak daha bir hoşuma gidiyor. Çünkü kendi kendine konuşursan tuhaf karşılanırsın, yazarsan insanlar olur da merak ederse şöyle bir göz atıp seni kendi haline bırakırlar. Bu güzel bir şey. Yazmak güzel bir şey. Seviyorum. Ama okumak da bir o kadar güzel. Okumak istediğim birçok kitap var ama bu aralar onları okurken dahi suçluluk duyuyorum bunun yerine soru çözmeliyim, konu çalışmalıyım diye düşünüyorum. Ahmak konular.
Bugün okula gitmedim. Dün gece tam da istediğim gibi gecenin bir bölümünde uyumadım. Geceleri çok severim. Geceler uykuyla dahi geçirilmeyecek zaman dilimleridir bence. Sabah da benim güzel bebeğim tarafından uyandırılmak çok güzeldi, tabii uykumu aldıktan sonra. Kişi uykusunu alabildiğinde bu berbat dünyaya bir nebze daha katlanabiliyor. Uykusuzluk gerçek bir işkence. Yapılmasın kimseye, ne olur. Bunun için ciddi anlamda savaşabilirim. Yeni bir örgüt kurup eylemlerde bulunabilirim. Sonra da uyanmış olurum herhalde zira yine hayallere daldım. Yalnız yazdıkça daha iyi anlıyorum ne kadar saçmalama isteği içinde bulunduğumu. :)
Bende bir konu üzerine yazamama gibi bir sorun var galiba, başlık nerede içerik nerede. Her neyse ben dağınık olduğumdan yazılarımın da bana benzemesi gayet normal. Biraz oradan biraz buradan azıcık da şuna değineyim derken iyice karmaşıklaşıyor. Olsun bundan hiç rahatsız değilim. Yapmam gereken bir kurgu yok, uymam gereken kurallar yok (yazım kurallarını severim onları es geçebiliriz bu kurallara uyma zorunluluğunda, tamamen istek).
Bir de yarın dershane olmasın. Dershaneye yalnızca coğrafya için gidiyorum. Hiç mi hiç gitmek istemiyorum. Sınava pek bir az zaman kaldı. En çok merak ettiğim şey de o sınavdan çıktıktan sonraki ruh halim. Sanıyorum şu ana kadar yaşadığım ölüm isteğinin en yüksek raddesini orada göreceğim. Sarılmak istediğim iki kitap var sınav sonrası. Kaan İnce-Gizdüşüm Cemal Süreya-Sevda Sözleri. Şu anki planıma göre de fonda da Lou Reed'den Perfect Day olacak. O günün mükemmelliyetine ithafen. Bilmiyorum. Hiçbir şey bilmiyorum. Bu aralar sürekli bu eylemi kullanıyorum.
B i l m i y o r u m. Hem de hiçbir şey !
Arkadaşım geçenlerde çok hoş bir yere gitmiş. O anlattıkça hoşuma gitti, keşke biz de böyle bir yer açabilsek dedim. Hayallere falan daldım abarttım olayı. Edebiyata dair bir bölümü olur, orada yalnızca içecekler bulunur. Yemek yenen kısmıyla arasında belirli bir yalıtım olmalı e malum kitap okunacak orada. Duvarlara şiirler yazarız, şairlerin yazarların fotoğrafları olur her yerde. Benim gerçek huzuru bulacağım bir yer canlandı hayallerimde. Ama önüme koyulan hayatta 1 ay sonra girmem gereken bir deneme sınavı. Evet yalnızca sınav yazmam gerekiyordu ama istemdışı deneme sınavı yazdım, bunu da kendime kabul ettirmem gerek aslında, bildiğin deneme sınavı o da. Sonrasında elle tutulur bir bölüm kazanıp 4 yıl üniversitede sürünüp para getiren herhangi bir işte çalışmak.
Ah hayat ! Senden istediğim bu değil ki. Gerçi ne istediğimi de tam anlamıyla bilmediğimden yarala yaralayabildiğin kadar, bu kan da elbet bir gün tükenir.
18 Şubat 2013 Pazartesi
Daha dibe !
Bu durumun hiçbir anlamı yok. Bu kadar kötü hissediyor olmamın hiçbir açıklaması olamaz. Her zaman umursamaz görünen ben'in bitişine tanıklık ediyoruz kendimle birlikte. Sürekli gelen bunalım halleri, artık hiçbir şeye karşı kalmayan istek hissi ve daha bir sürü saçmalık. Okula gitmek istemiyorum. Dershaneden nefret ediyorum. Normal zamanda büyük bir aşkla sevgiyle alacağım, okuyacağım dergiye karşı dahi isteksizim. Ömrüm boyunca yazmak istediğimi ileri sürüyordum ancak şimdilerde onu dahi yapmıyorum. Herkesin olması gerektiğini ileri sürdüğünden kendime bulduğum yaşama amacım olan "yazma isteğimi" de kaybettim. Derinliğinin ne kadar olduğunu kestiremediğim bir okyanusta gibiyim, dibe doğru ilerliyorum. Ama bu ilerleyişten öyle sıkıldım ki, çabucak olsun bitsin istiyorum. Yahut bir balık tarafından yutulayım. Bilmiyorum olsun bir şeyler. Y O K O L A Y I M.
Dün kendimi ders çalışabileceğim yalanıyla kandırıp dershaneye gitmedim. Sonuç ne oldu ? 1 gibi kitap okumaya başladım. 2 olsun kitabı bırakır başlarım, hadi 2 geçti 3'te başlayayım diye diye 4.30'a kadar kitabı okuyup bitirdim. Kitap bittiğinde kendimi daha da anlamsız hissettim. Kitabın ismi Sırça Fanus. Sylvia Plath'in kendi yaşam öyküsü niteliğinde bir kitap. Müntehir şair ve yazarlara duyduğum ilgi aşikar. Bu kitapla da iyice onların dünyasına girdim sanki. Baş kahraman bendim. Kendi hayatımda hiçbir şeye yön veremediğimden, baş kahramanlık nedir bilmediğimden kendimi nerede önemli hissediyorsam orada oluyorum. Kendimi sınıf ortamında iyi hissetmiyorum, çünkü hepsi o ahmak bilgilerle bezenmiş halde ve ben onların yanında "tembel" kalıyorum. Hiç umursamadığım bir sıfat ama zaman zaman neden ben de onlar gibi olamıyorum diye sorguladığım oluyor. İstemdışı. Kendimi yalnızca kitap okurken ve film izlerken iyi hissediyorum bugünlerde. Çünkü iki eylemde de kendi gerçek dünyamdan soyutlanıyorum. İstediğim gibi ütopik yerlerde bulunuyorum. Gerçek denen şeyden nefret ediyorum. Çünkü o asla mutlu etmiyor. Asla iyi hissettirmiyor. Yine uykusuzum. Yine yorgunum. Hep aynı şeyleri tekrar edip aynı şeylerden şikayet ediyorum. Sıkıldım.
Nihayet bugün aylardır yazdığım düzenlediğim öykü yarışmaya gitti. Niye ? Kendimi niye sınamak istediğimi anlayamıyorum. Hep daha iyisi yapılabileceğine göre neden kendimin kötü olduğunu kabullenip herhangi bir köşeye çekilmiyorum ?
"Farkında mısın sen cidden iyi yazıyorsun" dediğinde hocam gülümsemiştim. İnanmıyordum çünkü. Hala inanmıyorum. Buna inanabilitem yok. İyi şeyler yazıldı. İyi şeyler yazılıyor. Ama onlar benim ahmak parmaklarımdan çıkmıyor. Zihnime uğradıkları yok. Deniyorum. Daha iyisi için hiçbir nedenim olmadan çalışıyorum ama olmuyor. Olmayacak.
Gelecek koca bir umutsuzluk çukurundan başka bir şey değil benim için artık.
Hep böyle melankolik takılan, ahmak bir insandım ve bu yıl iyice yerle bir oldum. Geçenlerde keşke dedim daha despot bir yönetim anlayışı içinde bulunsaydık. Ne yapacağımız doğduğumuzda tasarlansaydı. Kimse kendi isteği dahilinde hareket edemeseydi. Sonra fark ettim ki zaten bu hep var. Kimse isteği dahilinde hareket edemiyor. Görünmez bağlarla öylesine bağımlıyız ki ne idüğü belirsiz varlıklara, ne kıpırdayabiliyoruz ne de sorgulayabiliyoruz. Ölüm isteğimiz dahi başkalarının elindeyken, ötenaziyi bırak intiharlar dahi delicesine engellenmeye çalışılırken özgürlük savunucuları tarafından ben daha ne kadar barınabilirim bu dünyada ?
Farklıyım, onlar gibi değilim vs. triplerine girmeyeceğim. Tümüyle aynıyım, eşdeğerim. Hatta isterlerse düşük dahi görebilirler. Ama neden onlardan ruh hali yönüyle bu denli ayrıldığımı anlayamıyorum. Neden bu kadar kötü hissettiğime bir anlam veremiyorum. Nereye gidiyoruz ? Ne yapacağız ? Gelecekte ne olacak ? Çok sıkıldım artık öğrencilikten. Çok sıkıldım artık bu dayatmalardan ! Nefes almak istiyorum. Ve az biraz da uyumak.
Sonsuz bir uykuya izin vermiyorsunuz biliyorum, ancak bu isteğe antidepresan etkisi yapan yarı ölümleri, uykularımı bana bağışlayın yalvarırım.
Dün kendimi ders çalışabileceğim yalanıyla kandırıp dershaneye gitmedim. Sonuç ne oldu ? 1 gibi kitap okumaya başladım. 2 olsun kitabı bırakır başlarım, hadi 2 geçti 3'te başlayayım diye diye 4.30'a kadar kitabı okuyup bitirdim. Kitap bittiğinde kendimi daha da anlamsız hissettim. Kitabın ismi Sırça Fanus. Sylvia Plath'in kendi yaşam öyküsü niteliğinde bir kitap. Müntehir şair ve yazarlara duyduğum ilgi aşikar. Bu kitapla da iyice onların dünyasına girdim sanki. Baş kahraman bendim. Kendi hayatımda hiçbir şeye yön veremediğimden, baş kahramanlık nedir bilmediğimden kendimi nerede önemli hissediyorsam orada oluyorum. Kendimi sınıf ortamında iyi hissetmiyorum, çünkü hepsi o ahmak bilgilerle bezenmiş halde ve ben onların yanında "tembel" kalıyorum. Hiç umursamadığım bir sıfat ama zaman zaman neden ben de onlar gibi olamıyorum diye sorguladığım oluyor. İstemdışı. Kendimi yalnızca kitap okurken ve film izlerken iyi hissediyorum bugünlerde. Çünkü iki eylemde de kendi gerçek dünyamdan soyutlanıyorum. İstediğim gibi ütopik yerlerde bulunuyorum. Gerçek denen şeyden nefret ediyorum. Çünkü o asla mutlu etmiyor. Asla iyi hissettirmiyor. Yine uykusuzum. Yine yorgunum. Hep aynı şeyleri tekrar edip aynı şeylerden şikayet ediyorum. Sıkıldım.
Nihayet bugün aylardır yazdığım düzenlediğim öykü yarışmaya gitti. Niye ? Kendimi niye sınamak istediğimi anlayamıyorum. Hep daha iyisi yapılabileceğine göre neden kendimin kötü olduğunu kabullenip herhangi bir köşeye çekilmiyorum ?
"Farkında mısın sen cidden iyi yazıyorsun" dediğinde hocam gülümsemiştim. İnanmıyordum çünkü. Hala inanmıyorum. Buna inanabilitem yok. İyi şeyler yazıldı. İyi şeyler yazılıyor. Ama onlar benim ahmak parmaklarımdan çıkmıyor. Zihnime uğradıkları yok. Deniyorum. Daha iyisi için hiçbir nedenim olmadan çalışıyorum ama olmuyor. Olmayacak.
Gelecek koca bir umutsuzluk çukurundan başka bir şey değil benim için artık.
Hep böyle melankolik takılan, ahmak bir insandım ve bu yıl iyice yerle bir oldum. Geçenlerde keşke dedim daha despot bir yönetim anlayışı içinde bulunsaydık. Ne yapacağımız doğduğumuzda tasarlansaydı. Kimse kendi isteği dahilinde hareket edemeseydi. Sonra fark ettim ki zaten bu hep var. Kimse isteği dahilinde hareket edemiyor. Görünmez bağlarla öylesine bağımlıyız ki ne idüğü belirsiz varlıklara, ne kıpırdayabiliyoruz ne de sorgulayabiliyoruz. Ölüm isteğimiz dahi başkalarının elindeyken, ötenaziyi bırak intiharlar dahi delicesine engellenmeye çalışılırken özgürlük savunucuları tarafından ben daha ne kadar barınabilirim bu dünyada ?
Farklıyım, onlar gibi değilim vs. triplerine girmeyeceğim. Tümüyle aynıyım, eşdeğerim. Hatta isterlerse düşük dahi görebilirler. Ama neden onlardan ruh hali yönüyle bu denli ayrıldığımı anlayamıyorum. Neden bu kadar kötü hissettiğime bir anlam veremiyorum. Nereye gidiyoruz ? Ne yapacağız ? Gelecekte ne olacak ? Çok sıkıldım artık öğrencilikten. Çok sıkıldım artık bu dayatmalardan ! Nefes almak istiyorum. Ve az biraz da uyumak.
Sonsuz bir uykuya izin vermiyorsunuz biliyorum, ancak bu isteğe antidepresan etkisi yapan yarı ölümleri, uykularımı bana bağışlayın yalvarırım.
12 Şubat 2013 Salı
"Ölmek dışında hiçbir şey istemiyorum.
Jane Austen"
Genel ruh halim bunun üzerine olsa da, birkaç gündür bunun yerini yalnızca uyuma isteği aldı. İlk kez böyle bir uykusuzluk içindeyim. Hep uykusuz kalıyordum ama o zamanlar istediğim anda uyuyabiliyordum. Artık bu olmuyor ve uyumak için özel bir çaba sarfediyorum. Sınavına pek az sayıda gün kalmış sefil bir öğrenci olsam da bu durum hiç umurumda değilmiş gibi sanki. Ben hala sınavdan çıktıktan sonra hangi şarkıyı dinleyeceğimi, hangi kitaplara sarılacağımı düşünüyorum. Oradan sağ çıkabilecek miyim ? Bunu daha çok düşünmem gerekirken yine her zamanki umursamaz tavrıma bürünüyorum. Edebiyat var. Artık üzerinde bilmem kaçıncı düzenlemeyi yaptığım hikayem var, yakında yarışmaya gidecek olan. Gitse de ondan da kurtulsam. Bu yıl üzerine biraz saçmalamak istiyorum. Olur da tahammül edip silmezsem bu yazdıklarımı ilerleyen zamanlarda okuyabilmek için.
Ağustosun sonlarına doğru dershane başladı. Gerçek bir maraton başlıyordu ama ben farkında değildim. Eylül-Ekim-Kasım-Aralık-Ocak ... Uykusuz günler. Çözülmesi gereken sorular, umursanmayan psikolojik sorunlar. İntihar eşiğinde geçen bir yıl. Şu an başımda uykusuzluk nedeniyle ahmak bir baş ağrısı bulunmakta. Öyle ya da böyle bu yıl bitecek. Peki ya sonuç ? Olumsuz olursa bir yıl daha çekilir mi bu işkence ?
www.youtube.com/watch?v=EIWxCQvFQCE
Zaman zaman sen dahi etkisiz kalıyorsun Teoman.
www.youtube.com/watch?v=eTjvVWXTlKU
Bununla devam edip, bu ahmak yıl hakkında saçmalamaya devam ediyorum. Öncelikle bir noktada anlaşalım. Uyku bir insanın en temel fizyolojik ihtiyacıdır. Eğer onu uyumasına izin vermezseniz hiçbir şeyden gerçek anlamda tad alamaz hale gelir. En azından benim için böyle. Bunun yanında yalnızlık falan birkaç konu daha var onlara hiç değinmeyeceğim. Dün cümle dahi kuramayacak kadar berbat bir haldeydim. Bugün bunu biraz daha aşmış olsam da, OLMUYOR ! Bana yapılabilecek en büyük işkence uykusuz bırakmaktır sanırım.
Sürekli deneme sınavları, soru sayıları, netler, ödevler, sınavın ardından hiçbir zerresi bir işime yaramayacak olan bilgiler. Hayali hesaplar, durumlar. Olmayan meridyenlerin, olmayan paralellerin saat uzaklık hesapları. Olmayan sayılarla hayali bir şekilde, eğer başarısız isek gerizekalı muamelesi gördüğümüz matematik dersi.
Evet ben bir gerizekalıyım !
Matematik sınavlarında aynen böyle bağırmak istiyorum. Öyle hissettiriliyorum çünkü. O gözle bakıyorlar. Bunun yanında hiçbirinin sahip olmadığı bilgilere sahip olmam kimsenin umurunda değil. Saydığım kitap isimlerine, tanıdığım şair yazarlara "nasıl biliyorsun bunları" diye bakanlar dışında kimsenin umurunda değil.
Sanırım bu kadar saçmalık yeterli olacak.
Keşke uyuyabilsem. :(
Jane Austen"
Genel ruh halim bunun üzerine olsa da, birkaç gündür bunun yerini yalnızca uyuma isteği aldı. İlk kez böyle bir uykusuzluk içindeyim. Hep uykusuz kalıyordum ama o zamanlar istediğim anda uyuyabiliyordum. Artık bu olmuyor ve uyumak için özel bir çaba sarfediyorum. Sınavına pek az sayıda gün kalmış sefil bir öğrenci olsam da bu durum hiç umurumda değilmiş gibi sanki. Ben hala sınavdan çıktıktan sonra hangi şarkıyı dinleyeceğimi, hangi kitaplara sarılacağımı düşünüyorum. Oradan sağ çıkabilecek miyim ? Bunu daha çok düşünmem gerekirken yine her zamanki umursamaz tavrıma bürünüyorum. Edebiyat var. Artık üzerinde bilmem kaçıncı düzenlemeyi yaptığım hikayem var, yakında yarışmaya gidecek olan. Gitse de ondan da kurtulsam. Bu yıl üzerine biraz saçmalamak istiyorum. Olur da tahammül edip silmezsem bu yazdıklarımı ilerleyen zamanlarda okuyabilmek için.
Ağustosun sonlarına doğru dershane başladı. Gerçek bir maraton başlıyordu ama ben farkında değildim. Eylül-Ekim-Kasım-Aralık-Ocak ... Uykusuz günler. Çözülmesi gereken sorular, umursanmayan psikolojik sorunlar. İntihar eşiğinde geçen bir yıl. Şu an başımda uykusuzluk nedeniyle ahmak bir baş ağrısı bulunmakta. Öyle ya da böyle bu yıl bitecek. Peki ya sonuç ? Olumsuz olursa bir yıl daha çekilir mi bu işkence ?
www.youtube.com/watch?v=EIWxCQvFQCE
Zaman zaman sen dahi etkisiz kalıyorsun Teoman.
www.youtube.com/watch?v=eTjvVWXTlKU
Bununla devam edip, bu ahmak yıl hakkında saçmalamaya devam ediyorum. Öncelikle bir noktada anlaşalım. Uyku bir insanın en temel fizyolojik ihtiyacıdır. Eğer onu uyumasına izin vermezseniz hiçbir şeyden gerçek anlamda tad alamaz hale gelir. En azından benim için böyle. Bunun yanında yalnızlık falan birkaç konu daha var onlara hiç değinmeyeceğim. Dün cümle dahi kuramayacak kadar berbat bir haldeydim. Bugün bunu biraz daha aşmış olsam da, OLMUYOR ! Bana yapılabilecek en büyük işkence uykusuz bırakmaktır sanırım.
Sürekli deneme sınavları, soru sayıları, netler, ödevler, sınavın ardından hiçbir zerresi bir işime yaramayacak olan bilgiler. Hayali hesaplar, durumlar. Olmayan meridyenlerin, olmayan paralellerin saat uzaklık hesapları. Olmayan sayılarla hayali bir şekilde, eğer başarısız isek gerizekalı muamelesi gördüğümüz matematik dersi.
Evet ben bir gerizekalıyım !
Matematik sınavlarında aynen böyle bağırmak istiyorum. Öyle hissettiriliyorum çünkü. O gözle bakıyorlar. Bunun yanında hiçbirinin sahip olmadığı bilgilere sahip olmam kimsenin umurunda değil. Saydığım kitap isimlerine, tanıdığım şair yazarlara "nasıl biliyorsun bunları" diye bakanlar dışında kimsenin umurunda değil.
Sanırım bu kadar saçmalık yeterli olacak.
Keşke uyuyabilsem. :(
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)