18 Mart 2014 Salı

Başı sonu belirsiz bir yazı daha

Sorun şu ki somut varlıklara ulaşmak insanı yeterince mutlu etmiyor. Şöyle örneklendireceğim. Profesyonel fotoğraf makinesini deli gibi istiyordum, alınca mutluluğu 2 gün sürmedi. Yine gitar çalmak yıllardır hayalimdi, gitarı aldım cumartesi kurs başlıyor ama bende zerre heyecan, sevinç yok. Ve Onüç Günün Mektupları... Aylardır basımı yapılsın diye bekliyordum, kendim ayrı aradım arkadaşlarıma ayrı arattım, şubatta yapılmış yeni baskısı arkadaşım da sürpriz yapıp onu bana almış. Ama bunun beni mutlu etmesi gerekmez miydi, neden olmadı. Eksik olan nedir bir anlayabilsem !! Vizeler başlıyor yakında, ders çalışmam gerek ancak tahmin edileceği üzere ben ders de çalışmıyorum. Kendim kadar amaçsız bir insan daha görmedim.

"Milât" ne hoş bir isim. Ama elbette Kaan kadar değil. Edinebildiğim tek arkadaşımla kampüs içinde gereksiz bir yürüyüş yaparken gökyüzüne bakıp "ölmek için ne güzel bir gün değil mi" dedim ve "aynen" diye onayladı. Sonra fazlasıyla güldük tabii. Onunla hiçbir ortak yanımız yok. Birbirimize az da olsa benziyor olsaydık gülmezdik bu onaydan sonra. Şöyle bir dönüp göz göze gelir, ardından toprağı hissedercesine yere çevirirdik bakışlarımızı. Onun bir arkadaşı var, dolaylı olarak biz de arkadaş olduk tabii. Bugün çıkışta konu nasıl oldu bilmiyorum ama intihara geldi. İlgi alanım olduğundan konuşmaya başladım tabii, ancak sonu "intihar etmeyin !"e varan bir konuşma oldu. Öyle olması gerekti. İntihar kavramının ciddiyetinden bihaber insanlar onlar. Yine sınıfta yazı yazdığımı gören bir arkadaşımsı, ne yazdığımı neyle ilgili yazdığımı genel anlamda temalarımı vs. sordu. İntihardan ve müntehirlerden bahsettim. Gözleri büyüdü. Hayır hayır intihar etmeyeceğim tabii diyerek geçiştirdim. Bilemiyorum çok çok farklı bir kavram. Daha derinlemesine ele alacağım onu.

Edebiyat bölümüne katlanmamı sağlayan hocam ! Hatta zaman zaman Hacettepe'ye gitmeli miydim diye düşündüğümde ama o zaman onu tanıyamazdım diyerek burada kalmamı iyi ki'yle bezeyen bir insan o. Bugün sorularına cevap verdim, mutluluk bu. Hem de sorular çok alakasız.

-Aranızda Güzin Dino'yu tanıyan var mı ?
-Abidin Dino'nun eşi.
-Peki Abidin Dino'yu tanıyan var mı ?
Arkadan saçma sapan bir kız radyocu diye seslenir, bildiğin cahil sınıf.
-Ressam.

Vs. vs.

Sonra Abelard ve Heloise ile ilgili...

-Aranızda Abelard ve Heloise'i bilen var mı ?
-Evet hocam siz bahsetmiştiniz.
-Merak edip okuyan var mı ?
-Ben okudum.
-Beğendiniz mi güzel miydi ?
Burada anlamsız şekilde el yanağa koyulur ve "Çok !" diye yanıtlanır.
-Aşk hikayesi dediğin öyle olur

mu ne gibisinden bir cümle kurdu sonra.

Kendisinin ilk cevap verdiğim sorusunu dahi hatırlıyorum.

-Deist nedir bilen var mı ?
-Tanrıya inanan ama dinlere inanmayan.
-Tanrıya inanan ama dinlere inanmayan diye yinelemişti. Ne saadet ! :)

Ah tabii zirve ismimi sorması olmuştu. Bir konuyla ilgili tek makaleyi benim okumam sebebiyle.


Büyük, kocaman bir hayranlık bu. Günün birinde kendisine de ifade edeceğim bunu ama ne zaman bilmiyorum. Kendisine olan hayranlığım ilk dersinden başladı. İşte burası üniversite, o da hoca diye düşünmüştüm. Bunun dışında bu kavramları bana düşündüren pek bir şey olmadı zaten.

Ve bir sorun var. Edebiyat anlamında kendimizi hiç mi hiç gösteremedik şimdiye kadar derslerde. Kocaeli'de okuyan arkadaşıma ödev olarak makale yazmalarını söylemişler. Biz henüz kompozisyon bile yazmadık. Artık gerçek anlamda edebiyat öğrencisi olduğumuzu hissettirseler fena olmaz. O hocam her hafta ödev verebilir mesela bana. Bir kitap okuyup hakkında yazı yazabilirim. O da hiç okumadan çöpe atabilir, umurumda olmaz ki, nihayetinde benden bir şey yapmamı istemiş olur. Aslında bu hayranlığımın azalmış hali. İlk günleri hatırlamak dahi istemiyorum.

Eveet bunun dışında hayat her zamanki gibi sıkıcı, garip bir hüzün tarafından sarmalanmış durumdayım. Yazı yazmam gerek. Bir hikaye. Yarışmaya katılacağım. :) Yine canım bir hastalıklı karakterim var, ismi dahi yok henüz ama olsun. Ancak ölümü çoktan şekillendi aklımda, overdose ve birkaç damla kırmızı olacak. Bu olaylar kurgusal olarak inanılmaz. Geçenlerde de bir arkadaşımla buna benzer bir şey üzerine konuştuk. Yakılmak üzerine. Kurgusal olarak harikulade bir imge olduğunu söyledim. "Yanmak ve boğulmak işte benim ayinim" dedim ama gerçek olma ihtimali berbat. Ölü dahi olsan, krematoryumlara benim hastalıklı hikaye karakterlerim ilgi duyuyor ama benim kendi hastalıklı karakterim hayır. Ah bir de kanamak eylemi var ki, o da soyutça müthiş durumlardandır. Ancak somut halini istemem, acıtmasın kimse tenini ruhu yeterince acıyorken.

Onüç Günün Mektupları'nın mutlu etmediğini söyledim ancak yanlış ifade. Asıl söylenmesi gereken beklenen mutluluğu vermedi. Bunun yanında belli bir miktar iyi hissettirme etkisi oldu ancak okurken bazı noktalar nedeniyle hüzünlendim.

Yaşasın güzel şarkılar !

Ve yaşasın yalnızlık ! :) Kabullenmek, alışmak güzel kavramlar. Özellikle alışmak, harikadır ! Bunun yanında vazgeçmek ve umursamamak gelir ki, daha hoş bir geliş olamazdı. Madem bir hal geçmiyor, ona alışmalıyım.

Aslında böyle iyi hissetmemin sebebi yarın erken uyanmayacak olmam. Elbette ve elbette yaşasın uyku ! Dünya üzerindeki en mükemmel uyuşturucu madde.

Ve sanırım ben bir bağımlıyım. :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder