30 Temmuz 2015 Perşembe

Vakit; Gece

Sonlu bir salınım boşlukta
Bedenlerle yapılan
İkisini de terk edip
Buluşmalıyız seninle
Gecenin gece olduğu vakit

Birbirimizi izleriz
Ruhlarımızın yakınından
Elimi uzatırım sözgelimi
Tutamayacak kadar uzaktasındır
Tutarsın.

Dokunursun
Soğumaya yüz tutmuş bedenime
Kanım geri taşınır damarlarıma
Ölüm dahi istemez kucaklamayı
Bırakır beni kollarına
Yeni doğmuş bir bebek gibi
Yeni ölmüş bir ceset olayazarken

Diyelim ki
Birbirine dolandı salıncaklarımızın ipleri
Artık kullamayız onları
-Acemi dar ağaçlarımızda-
Bir uçurtmaya öykünebilmek için.
Öyleyse yaşayacağız
Ve yaşamak
Gerçek anlamını kazanacak

Ki
O an
Anlamların
Anlamsız olduğu
Z a m a n

Şimdi!

Sonsuz bir salınım hiçlikte
Ruhlarla yapılan
Vakit;
Gece.

18 Temmuz 2015 Cumartesi


  • Anlamak değil hissetmek istiyorum.
  • Uykusuz olduğumda mütemadiyen mutsuz oluyorum.
  • Tümünüz demiştim uzun zaman önce, uzak, bu bendeden.
  • Çok canım sıkılıyor ama kuşlara kıyamıyorum.
  • Yeni şiirler okumak istiyorum.
  • Okunmamış onca kitabım var.
  • Gerçekten ne istiyorum? 
  • Yazamıyorum.

12 Temmuz 2015 Pazar

Yalnızlıktan gebereceğini anladığın vakitte, mübahtır ellerine kendi kanından eldivenler giydirmen.

8 Temmuz 2015 Çarşamba

Gibi yolun birinde

Odayı alacakarartım. Dünyanın en ucundaki yere oturdum. Kitabımı açtım ve koşmaya başladım. Yüksek sesle.

Koşuyordu. Dursa sanki nefes alamayacaktı. Bunu düşünüyor, korkuyordu. Gölün etrafını dolaşarak yola ulaştı. Gölün içinden geçebilse, her şey ne de kolay olacaktı. Zamanın içinden geçtiğini hatırladı. Avundu bununla. Zaman ne garip şeydi, dünya ne garip. Koşmaya devam etti. Dursa olanca garabet onu içine alacaktı sanki. Eve vardı. Odayı aydınlattı ve açık kalan kitabını kapattı. Not defterinden yetişmesi gereken bir yer olup olmadığını kontrol etti. Yoktu. Defteri bomboştu. Hiçbir yerden beklenmemiş gibi geldi o an, o ana kadar. Her şeye geç kaldığını fark etti sonra. Umursamadı. Bir şeyler olmalı diye geçirdi içinden. Yeniden koşmaya başladı. Bir süre sonra koşmak yaşamaya benzedi. Yoruldu ve yolda dinlenmeye karar verdi. Biliyordu, yaşamdan yorulana yollar en iyi dinlekti. Şehrin birine vardı. Ne sıkıcıydı bir yerlere varma zorunluluğu. Sürekli bir şeylere ulaşmaya çalışıyordunuz. Harika anılar biriktiriyordunuz. Sonra hiç de istemediğiniz bir zaman dilimine varmak zorunda kalıp o harika anıların boynunuza ipekten bir urgan gibi dolanmasını izliyordunuz. Öyle zarif öyle...

Ne zırvalıyorum ben yine? Ah sen bunların hiçbirini umursama olur mu Rainer. Dur ışığı açayım. Nasılsın, günün nasıl geçti?

-İyiyim çok güzeldi, harika bir boyama yaptım bugün, bak!

Deyip çantasından gelişigüzel boyanmış, bir desen çıkardı. Düpedüz berbattı. Ama Rainer henüz berbat bir şeyin nasıl olduğunu bilmiyordu.

-Çok güzel olmuş hayatım, bana da böyle boyamayı öğretir misin?

Diyerek sahte bir gülümsemeyle yanıtladım.

Hayır dedi Rainer. Çünkü boyamak öğrenilen bir şey değil Antoinette, herkes bilir zaten. Haklı değildi. Haklı olmadığını öğrenmesini istemiyordum.

-Haklısın Rainer, saçmaladım biraz.
-Evet Antoinette bazen gerçekten saçmalıyorsun.

Ne güzel şey bu çocukluk! Herkesin yüzüne karşı istediğin sözleri edebilme ehliyeti sağlıyor insana. Rainer ardından elimdeki deseni alıp hayranlıkla eserini izledi ve odasına gittik. Onu dolabına astı. Böyle güzel oldu dedi. Rengarenk olmasını istiyorum odamın. Her yer fazla mavi.

-Mavinin en sevdiğin renk olduğunu sanıyordum Rainer?
-Hayır ben bütün renkleri severim. Neden sadece birini sevmek zorunda olayım ki?

Neden yalnızca bir rengi sevmek zorunda olalım ki, haklıydı. Bana sorulsa en sevdiğim renk siyah derdim. Halbuki maviyi de severim. Ama artık çok geç. Kendime enler belirledim. Boylarsa, nereye ulaşabileceğim, sınırlarım vesaire birileri tarafından belirlendi. Rainer dedim günün birinde ona. Seninle birlikte kaçıp gidelim bu ülkeden. Dünyayı dolaşalım. Sen okula hiç başlama. Ben başlamak gibi bir hata yaptım ve 15 yıldır kurtulamadım. Hayır dedi ben okula gideceğim, ödev yapacağım. Ödevlerin ne kadar gereksiz ve bitimsiz olduğunu bilmiyordu. Üstelemedim. henüz 5 yaşında. Ve dünya üzerinde henüz 5 yıl kalmış bir insan için, enler ve boylar yoktur. Hiçbir zaman olmaması hayalimdi Rainer için oysa, olmadı. Görüyorum, herkes herkes olmak için yaşamaya devam ediyor. Yine de en çekilir zaman ilk 5 yıl. Sonrasından bahsetmek istemiyorum. Rainer sıkılmış görünüyordu. Bir ödev için sonsuza kadar maillerimi kontrol etmem gerekiyordu.

-Rainer benim biraz işim var.
-Ama ben kiminle oynayacağım?
-10 dakika bekleyemez misin?
-Bekleyemeemm.
-Neden?
-Çünkü seni seviyorum.

Beni sevdiğini ve hep seveceğini biliyordum o an. 10 dakika bekleyemezdi ama sonsuza dek sabırla bekleyecekti. Odanın kapısını kapattım. Banyoya gittim. Kapıyı 2 kerre kilitledim. Jileti elime aldım. Aynaya baktım son kez. Ah dedim, Tanrım! Ölürken bile çirkinim. Önemi yoktu. Fark ettim o an. Ölmenin de yaşamak gibi bir önemi yoktu. Jileti çöpe attım. Aynaya tekrar bakıp kendime hayali bir kurşun sıktım parmaklarımla. Ardından üç kerre kilidi açtım. Ömrümce kapalı kalacak sandığım kilitlerden birini açtım. 7 dakika olmuş, Rainer uyuyakalmıştı. Yanında ona yeni aldığım resim defteri duruyordu. Defterin açık sayfasında yan yana uyuyan iki kız vardı. Çirkin olan bendim, tanıdım. Üstelik ona sorsam çok güzel olduğumu söyleyecekti, çizdiği gibi. Biliyordum. Yüzümü onun çizdiğini hayal edip gülümsedim. Rainer şimdiye dek gördüğüm en güzel çocuktu. Yanına uzandım. Ölümün yanına uzanmaktan güzeldi, duyumsadım... Uyuduk. Gibi yolun birinde.

4 Temmuz 2015 Cumartesi

Neler yapıyorum nerelerdeyim nasılım?

Merhaba! Ah ne uzun zaman oldu yazmayalı... Evet yazarak acıyı irdelemedikçe daha iyi hissettiğimi fark ettim bu doğru ancak yazarken kendimi iyi hissettiğimi bu süre içinde gereksiz yere yadsıdım. Yazmam gerek. Yazmasam deli olacağım. Çok çok sevdiğim eski bir arkadaşıma rastlamış gibi oldum şu an. Öylesine bir sevinç bir mutluluk. Gözlerim falan doldu. Neyse abartmayayım. Yazmayınca kendimle de konuşmayı bırakmış oldum. Bu ne korkunç bir şey!? Kendime rastladım uzun zaman sonra, eskisinden iyiydi sanki. Büyümüş gibi de bir nebze. Nasılım?

Tatil olanca hızıyla ilerlerken ben tembelliğin zirvesinde dans ediyorum. Üstelik fazlasıyla da iyiyim bu konuda. Film izliyorum. Kitap okuyorum. Şiir okuyorum. Boyama yapıyorum. Bez çanta dikip boyuyorum. Minicik kitaplar yapıyorum. Gitar çalıyorum. Dilediğim saatte uyuyup dilediğim saatte uyanıyorum. Az biraz da sıkıldığım oluyor tabii. Ancak kendime zaman geçirmek için bulduğum bu eylemler arasında eksik olan iki şey var. Biri artık ciddi anlamda ağırlık vermem gereken dil öğrenimi konusu. Diğeri ise ciddi anlamda hayatımın temel eylemlerinden bildiğim yazmak! Bu geceden itibaren bu ikisini de hayata geçirmek istiyorum. Kendime söz veriyorum falan da derdim ama söz veremediğimi dahası söz verdiğimde hiçbir zaman tutamadığımı biliyorum. Tatilleri severim. Sorumluluksuz olmak harikulade bir şey. Bir yerlere yetişmeye çalışmadan kendi dünyam içinde yaşıyorum. Ve iyi hissediyorum.


Bez çanta boyama fikri uzun zamandır aklımdaydı. Fakat bunun için bez çanta bulamıyordum. Nihayetinde zaten evde bulunan bir kumaştan kendim dikmeye başladım. Dikiş yapmayı öğrendim! Şimdilik bir tanecik de kumaş boyası aldım. Onunla denemelerim sürüyor. Bir şeyler üretebilmek, bunu ben yaptım diyebilmek çok çok güzel! Ah keşke çizim yeteneğim olsaydı... Stencil şablon yapıp onunla birlikte kumaşa dilediğimi aktarıyorum. Biraz yorucu ama sonucunun mutluluğu tümünü unutturuyor. 


Minicik kitap yapmak... Aslında daha önce de minicik not defteri yapmıştım. O nedenle çok zorlanmadım. Bu küçük kitapçık kolye oldu. Ancak ilk deneme olduğundan pek hoş durmadı. Yenisi yapılacak. 


Biraz boyama biraz Salinger... 
Salinger ismini duyalı sanıyorum iki yıl kadar oldu. Ancak okumaya henüz başladım ve Çavdar Tarlasında Çocuklar, Üç Öykü, Dokuz Öykü kitaplarını ard arda okudum. Harika bir üslubu var. Çok sevdim. Şimdiye dek okumamış olmamı kayıp addediyorum. Yine görüşeceğiz Salinger. Ah boyamaya gelince. Onun da küçük bir hikayesi var. Küçük Prens karakterini fazlasıyla seviyorum. Cemal Süreya ve Tomris Uyar çevirisini de aldıktan sonra iyice aşkım arttı. Bir gün D&R'da dolaşırken Küçük Prens boyama kitabı gördüm. Büyülendim. İleride bir gün veletim olursa ona alırım diye düşünüp yerine bıraktım. Evet cidden bunu düşündüm. Birkaç gün sonra tekrar gittim ve kendimin bir çocuk olduğunu hatırlayıp hemen satın aldım. Keçeli kalemlere olan ilgim zaten yıllardır malum. Boyamaya başladım kitabı. Yetişkinler için boyama kitabı furyası çıkınca bu serüvene de katılayım dedim. Fazlasıyla güzel bir olay. 

Bahsi geçen kitap...


Gitar çalma çalışmalarım durağan. Hala bareli akorları basamıyorum.


Her yaz olduğu gibi parapsikolojiye olan ilgim nüksetti. Hemen bir psi-wheel yaptım. Ancak henüz çevirebilmiş değilim. Biraz hareketlenir gibi oldu. O an duyulan heyecan çok hoş oluyor. 


Yalnızlıktan ne haber? 
Sürüyor.
Mutsuzluk? 
Sanırım bir süredir terk etmiş durumda beni. Bu güzel.

Ve ve ve ben Aleksi Zorba'yı okudum! Kitabı düşünmek bile iyi hissettiriyor beni. Filmini de izledim ancak kitabına kıyasla vasattı. Ama nihayetinde Zorba yahu! 

Yazmaya döndüm ve iyi değilim bu konuda. Olsun nihayetinde kendini kendinden kusmak yahu! Nasıl katlanmışım onca zaman bu olmadan? Bilmiyorum. Ve tekrar sormak istemiyorum kendime bu soruyu. Bana da yazmaktan başka bir şey bırakmadılar. 

Durum bu. 
Merhaba!