31 Aralık 2014 Çarşamba

Yazıyı yeterli dikkatle okursanız kusabilirsiniz, dikkat!

Kendine daha çok sokuldu. Kollarını birbirine dolayarak ellerini olabildiğince sırtına doğru uzattı. Berbattı kendine sarılmak. Üstelik çoğunlukla iğrendiği kendine. Yalnızlığı sevmemesinin nedeni açıktı; kendine katlanamıyordu. Sırf bu yüzden şanssız görüyordu etrafında olan insanları. O şanslıydı bu konuda, günde ortalama 2 dakika görüyordu yüzünü.

Kalktı. Yatakta anlamsızca oturuyordu. Neden onu kimse merak etmiyordu? Nedendi bu denli berbat bir figür olarak yer alacaksa bu eşsiz hayat dansında bulunması? Üstelik müzik dahi sarmalamıyordu onu. 

Nedendi bilmiyorum bu kadar iğrenç olması. Ben bile anlatmaya katlanamadım, kendi karanlığına gömülsün öyleyse. Belki de hak ettiği budur. Yusufsa, bulunduğu kuyunun üzerini mühürlüyorum haberi olmuştur elbet.

"Yusuf dahi diyemem kendime, yaptığım her benzetmeyi kirletiyorum sanki. Kuyu bile kusmak istiyor beni, neden neden !?"

Cevapsız kalacak soruları, kimse duymayacak onu. Isırarak koparsın dilini, hatta becerebilirse kuyunun karanlığını kendi kızıllığıyla bezesin de kurtulsun kuyu. Kuyu bile ona katlanmakla cezalandırılamaz. Belki toprak, belki o eşlik eder çürümesine. 

"Ölümün ipek kanatları gelin, sırtımda yer açtım size paslı bir jiletle. Beni çürümenin coğrafyasına ulaştırın, bana katlanabilecek bir varlık bulayım artık yalvarırım..."

Kısa süreli bir çırpınış ve nihayetinde yüzünde bir gülümsemeyle erişti toprağın göğsüne.

Mutlu son. 

Herkes kendine katlanabilen varlıkları arar zaman çizgisinde yürürken. Çizginin neresinde karşılaşacağını kim bilir?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder