19 Kasım 2014 Çarşamba

"Yüzüne bakamazdım elbette, ellerine baktım ben de. Elleri büyük, parmakları uzun ve ince..."

Birkaç zaman önce yazmıştım bunu, mini bir metnin içinde geçiyordu, belli belirsiz zihnimde dolaşıyordu biraz önce. Şu basmakalıp çizgilerle ifade edeyim bir de dedim. Vize haftası bitti. Yoruldum, dinlenemiyorum. Aşırı bilgi yüklemesine uğradım. Resmen ders çalıştım, inanılmaz ama. Genel anlamıyla da iyi geçti bu sayede. Sınavlara giderken yanımda şiir kitabı yerine ders kitabı götürdüm, o derece ! Sıkılıyorum fazlasıyla. Bu sıkılma halinin geçebileceğini düşünmüyorum. Zaman zaman böyle oluyor. Sanki o ana çakılıyorum İsaca ve kanım akıyor zaman yerine kronolojik boyutta. Uyumak dahi istemiyorum. Belki bir şeyler okumak, yahut hikayelerini dinlemek insanların. Ama anlatmıyorlar. Belki anlatsalar benim ilgimi çekmezdi, belki anlatmaya değer görmüyorlar beni. Sonuncusu çok mantıklı değil mi... Bunu açıklamak güç değil, insanlar tarafından umursanmıyorsanız kendinizi değersiz bulmanız normaldir. Gölgecesine içlerinden geçip gidebiliyorsanız hiçbiri merdivenin başında dururken gözlerinizde hayali dönen atlama fikrini göremiyorsa, bu size bakmadıkları anlamına gelir. Siz depresif değilsiniz aslında, yalnızca kendinize karşı bu tavrınız ve sırf biri nasılsın dediğinden iyi olabilir insan. Ben bir deniz kızı olmalıydım, kağıttan gemilerin yüzdüğü denizlerde. Ya da belki gölgesine razı bir fesleğen. Belki toprağın ta kendisi, YA LEYTENİ KÜNTÜ TURABA, ama şekillenmiş olmak, ben olmak garip hissettiriyor. Aidiyet duymuyorum. Bedeninin içinde sıkılan bir ruhtan ibaretim. Bu insanlardan değilim. Onlardan olma denemelerim her seferinde başarısız oluyor. Kendim olarak da bu yaşama nasıl katlanabileceğimi bilmiyorum. Sıkılıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder